Aziz Türkiye'miz çok cihetlerle Selçuklu ve Osmanlının özünü teşkil etmektedir. Merhum Mehmed Akif'in "Bastığın yeri tanı" ifadesi gibi, bu ecdad yadigârının hangi karışına baksan ve bassan, içinde sayısız eserlerle ve tarihî nakışlarla lebaleb olduğunu müşahede edebilirsin. Böyle bir ülkenin ebediyete kadar gitmesi, gül ve gülistan olması bizim gibi vatanperverler için müstesna bir gaye ve azimdir.
İki hükümdardan birisi Selçuklu devletinin büyük hükümdarlarından ve Hz. Mevlânâ sülâlesinin aşığı ve muhibbanı Alaeddin Keykubat. 12. yüzyılda yaşadığı başşehir Konya 1050 rakımlı. Yazları sahile nisbeten serin. Kışları tam tersi, sahil ılıman iken Konya kuru ayaz ve çok soğuk. Bu itibarla Hünkâr Alaeddin Keykubat kışları Alanya'ya gider ve orada kalır.
Alanya'da can dostlarımız çok var. Yazın Torosların içindeki "Kızılalan" yaylasındaki pikniklerine çağırmışlardı, bu sefer de ilçe merkezindeki vakıflarına bir sohbet ve seminer için dâvet ettiler. Alanya'daki Alanya Kalesinden bahsettiler. Bizler de Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle "Kal'a-i Kudsiye" kabul edilen Hucurat Sûresi 10. âyetini serlevha yaptık. Yani "Bütün mü'minler kardeştir". Türkiye, âlem-i İslâm ve insanlık dünyasındaki gelişmelerin içinde kurtuluşun ve Müslümanlar olarak ayakta kalmamızın, ancak bu nurânî kal'aya sığınmakla olacağını çeşitle misallerle ortaya koyduk.
Ertesi günü Gazipaşa ilçemizdeki can dostlarımızın dâveti ile Duran Ağabeyimiz ve mahdumu Said Yaman Beylerin mekânında buluştuk. Oradaki gönül dostları ve Alanya'daki aziz kardeşlerimizin gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Kaptanımız Remzi Çetin ve bizi hiç yalnız bırakmayan Kerim Güvercin kardeşimiz ve diğer gönül insanlarını, adeta bu sınır kıyımızın mânevî bekçileri olarak gördüm. Deniz kenarlarında iman muhafazasının numûne-i imtisâlleriydiler. Binler tebrikler.
Akdeniz'den bizi İstanbul'a gönderdiler, oradan da çağırmışlardı. Ömrümüzün kalan kısmı da, inşallah vatan sathında hizmetlerle, konuşmalarla, koşmalarla geçecektir. Vesile olanlara her dem duâ ettiğimiz gibi, yine minnettarız ve duâcıyız. İstanbul'da üniversiteli gençlere dediğim gibi "İstanbul İslâmı bol veya İstanbul aradığını bul." Fakat en mühimmi; Kostantiniyye'den İstanbul'a döndüren, bir mânâda çağ kapatıp yeni bir çağ açan, Hz. Peygamber (asm) âşığı ve onun işârâtının hayata geçmesindeki en büyük hisse sahibi hünkâr Fatih Sultan Muhammed Han...
Böyle emsalsiz bir diyarda Risâle-i Nur Enstitüsü eğitim komisyonu "Risâle-i Nur'u anlama seminerleri" başlığı altında, bizlerden de "Bediüzzaman'dan çağımıza müjdeler ve şevk" başlıklı bir seminer istediler. İstanbul genç ilim müştaklarına muhatap oldum. Onlar coştu, biz de coştuk. Müjdeler yağıyordu, bizler de yağanları kaplarda sunduk. Kaptanımız İsmail Kartal kardeşim yalnız bir günde aralıklarla 120 km gittiğimizi tesbit etmiş. Bu 120 km İstanbul içi. Altınşehir'den Beşiktaş'a, Beşiktaş'tan Eyüp'e, Eyüp'ten Fatih'e ve emsâli yerlere koştuk, konuştuk ve şimdi de yazıyoruz.
Beni en çok duygulandıran, Altınşehir'de yeni bir hizmet merkezi açan, kışın soğuğuna rağmen oranın mekânını muhabbet, sevgi ve kardeşlikle dolduran Şark yaylalarından ve çoğunlukla Van'dan gelen aziz hemşehrilerimdi. Onların sohbetlerine bir minibüs gençle gittik, çok duygulandılar. Onların sıcak kanlı duygularını yakînen bildiğim için bir amcazadeleri olarak, Bediüzzaman'ın Uhuvvet Risâlesi'nden fasıllar yaptık. Farisî beyitler ve âyetlerle süsledik ve ülkenin birlik beraberliği üzerinde durduk. Kısa olmuştu, inşallah bir bahar günü gündüzünde, uzun saatleri onlara ayıracağımıza arkadaşlarla söz verdik. Emeği geçenlere binler alkış, binler duâ.
Bu hafta inşaallah Denizli'nin bahar iklimini teneffüs edeceğiz.
18.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|