Yakın zamanda önce dünyada ve ülkemizde bir yılbaşı kutlandı. Bu kutlamalarda akıllarda kalan en belirgin izler, taksimde taciz edilen turistlerin çığlıkları, yeni yılı kutlayan kalabalıkların çılgınlıkları, sokaklarda sarhoş kusmukları, hava-i fişeklerin yalancı ışıklarıydı. Yılbaşı gecesi insanlar oyundan ve eğlenceden uykusuz kalıp yorgun düştükleri için de yılın birinci gününü dinlenerek geçirmeyi "hak ettiklerinden", yılbaşı tatili, akılda kalan bir başka özellikti.
Batılılar, laikliği çağdaş bir hayat tarzı olarak görürler, bütün toplumlara da bu hayat tarzını telkin ederler ama, kendileri dünya düzenlerini dinî esaslara göre tanzim ederler. Takvim başlangıcından haftalık dinlenme gününe kadar sosyal hayatın ve devlet düzeninin bir çok esasları, Hıristiyanlık dinine göre tanzim edilmiştir. Hz. İsa'nın (as) doğumunu yılbaşı olarak kabul edip kutlarlar. Pazar günü Hıristiyanların, Cumartesi günü de Yahudilerin ibadet günü olduğu için hafta tatilleri de buna göre ayarlanmıştır. Müslümanlar da bunların peşinden giderek aynı hayat tarzını taklit etmektedirler. Müslümanların laikliği de, Hıristiyanları taklitten ibarettir. Ama çok defa bunu bile başaramıyoruz. Çünkü Hıristiyanların dinleri bozulmuş olsa da, "kemâlâta medar bazı seciyeleri" vardır. İnsan hakları ve demokrasi noktasında İslâm'ın gösterdiği noktaya yaklaşmışlardır. Ama bizdeki bazı mukallitler, onların iyi ve güzel olan taraflarını değil de, kötü ve çirkin olan âdetlerini taklit ettiği için onların seviyesine henüz ulaşamadı.
Bu yazımda güya "Hicrî Yılbaşından" bahsedecektim ama, milâdî yılbaşı ile başlayınca, söz buralara kadar uzadı. Müslümanlar da kendi sistemlerini kurarken, elbette dinî motiflerden yararlanmışlardır. Zamanın muhasebesini tutmak için gerekli olan takvim yılı olarak, Müslümanlar açısından çok önemli bir başlangıç olan "Hicret" esas alınmıştır. Bu tarih, hem Müslümanlar için, hem insanlık için çok büyük bir değişimin başlangıcıdır.
Milâdî yılbaşı deyince, yılbaşı kutlamalarına katılan ne Müslümanların, ne de Hıristiyanların aklına Hz. İsa'nın (as) doğumu gelmez. Akla gelen en önemli şeyler, içki, kumar ve eğlencedir. En koyu Hıristiyanlar bile, Hz. İsa'nın (as) hizmetlerini, çektiği çileleri, gösterdiği mucizeleri, havarilerinin gördükleri işkenceleri ve yaşadıkları acıları hatıra getirmezler. Hatta Hz. İsa'nın (as) çarmıha gerilip kollarından bir tahtaya çivilenmesi bile onların umurunda değildir. Müslümanlar için ise, Hicret demek Hz. Muhammed'in (asm) Mekke müşriklerinin zulmünden kurtulup Medine'ye göç etmesi, orada dünyanın çehresini değiştirecek olan yeni ve muazzam bir medeniyetin tohumlarını atması demektir.
Hicret, kelime anlamı olarak "bir yerden bir yere göç etmek" olsa da, derin anlamı, karanlıktan nura, zulümden huzura, cehaletten hidayete göçmek, bedeviyetten medeniyete geçmek demektir. Hicret, vahşeti, dehşeti, haksızlığı, ahlâksızlığı, sapıklığı geride bırakıp, hakka, adalete, letâfete ve fazilete doğru yol almak demektir. Bu yolculuk öyle mübarek ve mukaddestir ki, insanlar mallarını mülklerini, evlerini barklarını, servetlerini ve şöhretlerini geride bırakarak yollara düşmüşlerdir. Hicret, sadece insanların fizikî olarak yer değiştirmesi değil, fikrî ve zihnî olarak da muazzam bir değişim ve dönüşüm geçirmesidir. Onun için Hicret, 622 yılında gerçekleşmiş ve bitmiş bir olay değil, kıyamete kadar devam edecek olan mukaddes bir süreçtir.
Yılbaşı deyince, bir Müslüman bunları düşünür. Peygamber Efendimizin (asm) ve mübarek sahabelerinin çektikleri sıkıntıları, yaşadıkları acıları, gösterdikleri fedakârlıkları hatırlar. İslâm'ın insanlığı cehaletten ve dalâletten kurtarıp, hidayete kavuşturduğunu idrak ettirip, sahip olduğu iman nimeti için Rabbine olan minnettarlığını ve şükranlarını takdim ederler.
Bu düşüncelerle herkesin Hicrî yılını tebrik ediyor, her zaman için Hak'ka ve hakikate doğru hicret halinde olmayı diliyorum.
12.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|