Kadın kıyafeti geçmişte olduğu gibi bugün de gündemde, görünen o ki yarın da olacak.
Tanzimat döneminde kimi aydınlar tesettürün toplumu geri bıraktığını ifade ettiler. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de toplum hayatından silinmek istenen şeâirlerin başında kadının tesettürü geldi. Çünkü tesettürlü her hanım, unutturulmak istenen geçmişin, dinin ve ölümün hatırlatıcısı hükmünde idi. Oysa ki, modern toplumda bunlar "bir kenara bırakılması gereken" değerlerdi. Hâlen uygulanmakta olan kamusal alanda başörtüsü yasağının altında bu bakış açısı yatmakta.
İlginçtir ki, günümüzde kamusal alanın tesettürlü kadınlara yasaklanmasına yönelik uygulamalar "tesettür modası" altında ticârî kazanca dönüştürülmüş ve tesettür defileleriyle neticelenmiştir.
Kadınların başlarının örtülmesi konusundaki yasaktan kâr sağlama konusunda geçtiğimiz günlerde hayata veda eden Vitali Hakko en çarpıcı örnektir. Kendisinin de ifadesiyle servetinin oluşumunda "şapka ve başörtüsü" üretimi çekirdek rolünü oynamıştır.
Tesettür modasının ekonomik değeri.
Tesettür modasının ekonomik değeri modacıların iştahını kabartan bir tablo sergilemektedir!
Geçtiğimiz günlerde Uluslararası İnternational Herald Tribune gazetesi moda sayfasını "türban modası"na ayırdı. Orta Doğu ülkelerindeki modacıların görüşlerine de yer verilen gazetede türban modasının büyük bir pazar oluşturduğu görüşlerine yer verildi. İslâmî modanın yıllık küresel piyasa değeri en az 96 milyar dolar. Avrupa Birliği'nde yaşayan 16 milyon Müslüman bir yılda 960 milyon ile 4.8 milyar değerinde giyim piyasası oluşturuyor. (Sabah gazetesi, 20 Eylül 2007)
"Rotasını bilmeyen kaptana yol gösteren çok olur" misâli, başörtüsünü niçin tercih ettiğinin bilincinde olmayanlara da alternatifler sunanlar elbette olacaktır. "Neyi niçin yaptığının" şuurunda olmak, her konuda olduğu gibi bunda da önemlidir.
Hudutları severek ve bilerek aşmak
Tesettür sadece kadını değil, erkeği de muhatap alan Kur'ânî bir kavram. Ses tonu ve bakışlar, sürülen koku, takılar, giyilen kıyafetin dar ya da geniş olması, şeffaflığı bu kavram içinde sınırlandırılmaktadır. "Helâl daire keyfe kâfîdir" sırrıyla asırlardır ilmihal kitaplarında yer alan bu sınırlandırmalara uygun yaşayan kadın ve erkekler "rızâ-yı İlâhîyi" esas almışlardır.
Kusursuzluk Allah'a mahsustur. Tesettür konusunda "neyi niçin yaptığının" şuurunda olmayanların, öğrenerek bu eksiklerini tamamlamaları mümkündür.
Bu konuda asıl ilginç olan "neyi niçin yaptığının" bilincinde olanların sergiledikleri tavırdır. Kur'ân'ın tesettür emrinin, bu konudaki ölçü ve sınırların, İlâhî emre uymamanın getireceği neticelerin farkında olduğu halde, bilerek ve severek hudutları aşmak günümüzün mânevî bir hastalığıdır maalesef. Öyle bir hastalık ki, elması elmas bildiği halde "bir kenara bırakıp" bilerek ve severek cama müşteri olabilmektedir insan.
Kur'ân "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler" (İbrahim Sûresi: 3.) diyerek bu mânevî hastalığın teşhisini koyar.
"Zarara rızası ile girene acınmaz" ama bu mânevî hastalığın tedavisi de yine Kur'ân'ın eczahanesindedir şüphesiz. Yeter ki, ihtiyaçla ve pişmanlıkla müracaat edilsin.
Not: Bizim Aile dergisinin "Tesettürün halleri" başlığını taşıyan Ocak kapak konularını bu çerçevede okumanızı tavsiye ederim.
06.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|