Geçen yıl Mayıs sonunda Fransa'nın Normandiya sahillerine yakın bir dağ evinde, oradaki okurlarımızın organize ettiği ve Almanya ile Belçika'dan da katılımların olduğu bir programda Risale-i Nur dersleri yapmıştık.
Altı buçuk ay sonra ise, oradan 24 bin kilometre uzaktaki beşinci kıtada, Sydney ve Melbourne şehirlerinde nur sohbetlerine katıldık.
Arada İstanbul'da gerçekleşen 8. Bediüzzaman Sempozyumu da, Risale-i Nur'un Rusya'dan, ABD'den, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden, Afrika ve Uzakdoğu'dan, Orta Asya ve Ortadoğu'dan gelen yankılarını buluşturdu.
Normandiya ve Avustralya'da da söyledik:
Bu tür program ve yankılar bize hep, Üstadın önde gelen talebelerinden Bayram Yüksel'in Sıddık Süleyman Ağabeyden aktardığı çok ibretli ve düşündürücü bir anekdotu hatırlatıyor:
"Bir gün içimden dedim: 'Biz yazıyoruz, biz okuyoruz. Üstad bu kadar zahmeti niye çekiyor?' diye düşündüm. Böyle mülâhaza ediyordum. Üstad birden, 'Kardaşım, göreceksin, ben bunları bütün dünyaya okutturacağım' dedi." (N. Şahiner, Son Şahitler, cilt: 3, s. 74)
Bayram Ağabey diğer eski ağabeylerden de buna benzer çok şeyler işittiğini anlatıyor. Ki, nurun ilk talebe ve kâtiplerinden Şamlı Hafız Tevfik ve Hafız Halid Ağabeylerden de bu mânâda nakiller yapılıyor.
Ve yeryüzünün "küresel bir nur dershanesi"ne dönüştüğünü gösteren örnekler her geçen gün artarken, Risale-i Nur'un ilk telif edildiği yer olma imtiyazıyla nazarların çevrildiği Türkiye'nin de, bu eserlerin yazıldığı dil olarak Türkçe'nin de yıldızı giderek parlıyor.
Dikkatli tetkikler, başına musallat olan ceberut zihniyete rağmen medenî ve çağdaş değerlere İslâm namına sahiplenerek ve dinden hiçbir taviz vermeden "çağdaş" olunabileceğini ispatlama yolunda en güzel örneği teşkil etme yolunda ciddî mesafeler kat etmiş olan Türkiye modelinin bu niteliği kazanmasında Risale-i Nur'un rol ve katkısını mercek altına alıyorlar.
Bu eserlerin, Kur'ân'ın çağımız insanına mesajı ve dersi olarak iki cihan saadetinin formülünü sunduğu gerçeğini heyecanla keşfedenlerden, sırf Risale-i Nur'u aslından okuyabilmek için Türkçe öğrenmeye başlayanlar dahi var.
Dolayısıyla, başka ülkelerde olup da Risale-i Nur'la tanışma bahtiyarlığına erişenler, Türkiye'deki nur talebelerine gıpta ile bakıyorlar. "Ne mutlu size ki, bu eserlerin yazıldığı ülkede yaşıyorsunuz, bu eşsiz Kur'ân tefsirinin birinci derecedeki ilk muhataplarısınız ve eserleri orijinalinden okuma imkânına sahipsiniz" diyorlar.
Bu durumda bize düşen, bu özel mazhariyetin kadrini bilip, hakkını vermek için çok daha fazla gayret göstermek olmalı. Ve hizmetlerimizi, dar ve yerel ufukların ötesine uzanan bir bakışla, Üstadın 80 sene önce Barla'da ifade ettiği küresel perspektife oturtarak devam ettirmeliyiz.
Bunu yaparken, hizmetin orijinal prensip ve esaslarına sadakatle ve tavizsiz bağlılığın korunması; hariçten gelebilecek farklı telkin ve manipülasyon çabalarına karşı her zaman dikkatli ve müteyakkız olunması; hizmetin asliyetinin her hal ve şartta muhafazası çok büyük öneme sahip.
Üstad "Risale-i Nur kendi kendine intişar eder" diyor. Bize düşen, perde değil, ayna olmak.
Bu büyük sorumluluğun şuurunda mıyız?
06.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|