Duygu hükmediyor hayata
Dünya duygu ile şekilleniyor. Her an duygu hükmediyor hayata. Elinde yetki, etki, güç bulunduranların taşıdıkları 'duygu' belirliyor neler yapacaklarını. Onun için dünya sakinlerinin taşıdığı duygunun niteliği oranında yaşanabilir bir coğrafya oluyor. Dünya böyle olduğu gibi ülkelerde böyledir. Ülkedeki yaşayan insanların duygularının kalitesi, çeşitliliği, renkliliği hayatın kalitesini, çeşitliliğini ve renkliliğini netice veriyor. Tabiî ki aynı durum aile için de geçerli. Ailede yaşanan davranışlar da duygudan geçiyor.
O zaman denilebilir ki, hayatı duygu şekillendiriyor. Dolayısıyla ihmal edilmiş, duygusunu yitirmiş, duyguları kirlenmiş veya yaşadığı duyguların ölçüsü kaçmış bir insan; bireysel hayatı, toplumsal hayatı ve aile hayatını duygusuz davranışlarla kirletmiş olacaktır.
Nitekim bireysel cinnetler, aile kavgaları, toplumsal cinayetler, terör, anarşi gibi kavramlar birer 'duygu ihmalleri'nin neticesidir. Duygusunu kaybeden veya ölçüsü duyguları içerisindeki insan için kendisinin, başkalarının, toplumumun, ailesinin pek de bir ehemmiyeti yoktur.
Terör de sevgi de önce duyguda başlamaktadır.
İnsan taşıdığı duygu kadardır
İnsanın insan olma özelliği duygu ile ortaya çıkıyor. Duygusunun kalitesi insanın kalitesini belirliyor. Taşıdığı ve yaşadığı duygunun büyüklüğü insanın büyüklüğünü gösteriyor. Onun için insan duygusu kadardır.
Taşıdığı duyguları idare edip yaşamasıyla anlam kazanıyor insan. Duygularını ölçüsü içerisinde taşıması veya taşıyamaması insanın anlamını belirliyor.
Tabiî ki her duygunun alt üst çizgileri bulunuyor. Duyguların uç noktaları da (ifrat ve tefrit), orta (vasat) noktalar gibi imtihan vesilesidir.
'Sırât-ı müstakîm', duyguların vasat noktasında kullanımının adıdır. Gadab, şehvet ve akıl kuvvelerinin vasat düzeyi sırat-ı müstakimdir onların da adı; 'şecaat, iffet ve hikmet'tir. Ölçülü hayat bu üç duygunun mezci ile meydana gelmektedir.
Ölçüsü kaçan duygu, amacını aşmaktadır. Haddinden fazla kullanılması da, kullanılması gereken kadar kullanılmaması da o duygu açısından sorun teşkil etmektedir.
Bu duygulardan her birisi ciddi bir güçtür. Ama kontrol edilmez ise, bu güç tahrip edici olabilir.
Meselâ insandaki kuvve-i şeheviye, iştiha anlamında kendi menfaatine olan şeyleri meşrû daire içerisinde almak olarak kullanılmaktadır. Bu kullanım derecesi hayat için önemlidir. Ama kendi menfaatine olan şeylerin hiç kullanılmaması, yani helaline de iştihasının olmaması yine bir sorunu ortaya çıkaracaktır. Her iki uç noktada da hayat düzenli olmayacaktır. Kuvve-i şeheviyenin ifrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuttur ki, ne helâle ne de harama şehveti, iştihası yoktur.
Oysaki kuvve-i şeheviyede ölçü, iffettir ki, "Helaline şehveti var, harama yoktur."
Kuvve-i gadabiyede ölçü ise, şecaattir yani, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder; meşrû olmayan şeylere karışmaz. Bu duygunun ifratı, tehevvürdür ki, maddi ve manevî hiçbir şeyden korkmaz. Tefriti ise, cebanettir ki, korkulmayan şeylerden de korkar.
İnsan bedenini mesken edinen ruhun yaşayabilmesi için üçüncü duygu ise, kuvve-i akliyedir. Onun da tefrit mertebesi, gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise, hikmettir ki; hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder.
Batıl mezhepler, ifrat ve tefritlerin sonucudur
Duyguların ifrat ve tefritte kullanılmasıdır ki, batıl mezheplerin doğuşunu meydana getirmiştir. Nitekim fiillerin yaratılması meselesinde, Cebr mezhebi ifrattır, bütün bütün insanı mahrum eder. Ona göre, 'Kul bir hiçtir, bütün fiillerin yaratıcısı Allah'tır. Kul, fırtına önünde sürüklenen yaprak gibidir.' Mutezile mezhebi ise, tefrittir ki, tesiri insana verir. 'İnsan kendi fiilinin hâlıkıdır' der. Ehl-i sünnet mezhebi ise, vasattır. Çünkü bu mezheb, beyne beynedir ki, o fiillerin bidayetini iradei cüz'iyeye, nihayetini İrade-i Küllîyeye veriyor. Yani buna göre kulun, cüz-i iradesi, külli iradeye bir şart-ı adi yapılmış olmaktadır. Küllî iradeyle cüz-î irade beraber çalışmaktadırlar.
Gülmede, ağlamada; nefrette,
şefkatte hep duygu vardır
Duygu olmadan hiçbir şeyin olması mümkün değildir. Duygular olmadan gülemeyiz, duygular olmadan ağlayamayız, duygular olmadan sevemeyiz, duygular olmadan nefret edemeyiz.
Duygular olmadan gidemeyiz, duygular olmadan gelemeyiz. Duygular olmadan korkmayız.
Duygular bize hayatın değişik hallerini yaşatır.
Korku olmasaydı hayat olmazdı. Sevgi olmasaydı hayat olmazdı. Ama korku duygusu insana 'hıfz-ı hayat' için verilmiştir. Her şeyden korkarak o duygunun hayatı zehirlendirmesine müsaade etmemek gerekmektedir. İşte korku kuvve-i gadabiye içerisinde bir duygudur. Akıl da öyle, iştiha (şehvet) de öyledir.
Yerinde, ölçüsünde kullanılmayan duygu hayatı kirletmekte ve yaşanmak hale getirmektedir.
İnsanı yaratan Allah onu duygularla donatmıştır. O verdiği duyguların ne ölçüde kullanılacağını ise yine Yaratıcı belirlemiştir. Onun yaşanmış şeklini hazret-i peygamberde 'sırat-ı müstakim' olarak görmekteyiz.
Hasılı duyguları ölçüsünde kullanıp kullanmamamızla, imtihanımız var. Bunun her an farkında olmalı insan.
05.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|