Uzun, çok uzun bir uçak yolculuğundan sonra (beklemelerle yaklaşık 30 saat) vardığımız ülke, iklimiyle, bitki örtüsü, hayvan çeşitleri ve derin sükûnetiyle bir masal diyarı sanki. Sdney ve Melbourne’de evler hep tek ya da en fazla iki katlı bahçe içinde inşâ edilmişler. Mevsim yaz olduğundan bahçeler rengârenk çiçeklerle dolu. Kafeslerde görmeye alıştığımız parlak renkli papağanlar, hoş ötüşlü kuşlar değişik cinsleriyle oradan oraya uçup duruyorlar. Kalabalık diyebileceğimiz (!) tek alan, ofislerin yer aldığı şehir merkezleri. Onun haricinde her yerde derin bir sessizlik hâkim. Yolda adres sorabileceğiniz kimsecikler yok. Elinizdeki avuç içi kadar cihaza gideceğiniz adresi yazdığınızda uydu bağlantısı sayesinde sesli olarak hedefe yönlendiriliyorsunuz zaten. Sıcaktan bunalırken, aniden bulutlanan hava ya da esen sert rüzgâr çantanızdaki kışlık şalı çıkarttırıyor size. Bir gün içinde dört mevsimi ard arda defalarca yaşamak mümkün. İnsanlar iklime alışmışlar artık.
Saat konusundaysa Türkiye ile 9 saat fark var arada. Onlar 9 saat ileri. Zaten 2008’i ilk karşılayan iki ülkeden biri de Avustralya olacak.
Avustralya’daki şefkat kahramanları
“Mekânları asıl güzelleştiren insanlardır” diye bir söz vardır ya. İkisi bir aradaydı Avustralya’da. Misafir olduğumuz mekânlar da, ev sahiplerimiz de çok hoştu. Misafirperverlikleri için teşekkür ediyoruz…
Avustralya Nur Vakfı elemanlarından sevgili kardeşlerim Gülnihal ve Saadet, Melbourne’deki vakıf müdavimi Nurcu hanımları gülümseyerek şöyle tanımlıyorlar: “İngilizce konuşuyorlar, araba kullanıyorlar ve şalvar giyiyorlar…”
Anadolu’nun sıcaklığı ve samimiyeti ile dolu hanımlar. 60’lı yılların sonlarında gencecik bir gelin olarak gelenler artık torunlarını yetiştiriyorlar bu kıt'ada. Sohbetlerimiz esnasında o ilk neslin çektikleri zorlukları anlatıyorlar, yürek dayanmıyor doğrusu. Melbourne’lü hanımlar medeniyetin sefih eğlencelerine kapılıp kaybolan arkadaşlarını gördükçe sımsıkı sarılmışlar iman hakikatlerine. Eşlerine iman hizmetinde bütün güçleriyle destek olmuşlar. Çocuklarını mânevî yönden donatmak için ellerinden gelen bütün gayreti göstermişler. Ortaya çıkan netice sabır, ihlâs, metanet ve gayretin bir âbidesi olmuş adeta… İki katlı vakıf binası, geniş konferans salonu, hanım ve beylere ait müstakil ders mekânları ve mescidiyle mükemmel.
Yıl sonu programında Avustralya’daki iman hizmetinin gelişimini anlatan Sıtkı Güzel, “Şefkat kahramanı hanımlar hizmette beyleri geçtiler” diyerek bu tabloyu özetliyor.
Risâle-i Nurları Avustralya’da tanıyan ve iman hizmetinin inkişafında emekleri geçenlerden şair Hasan Cömert şöyle anlatıyor duygularını:
“Seni ve eserlerini tanımasaydık ne olurdu bizim halimiz bu gurbet ellerde.
Vatanımızda da öğretmemişlerdi bizlere dinimizi ne şehir ve köylerde.
Vatan, din, iman, Allah, peygamber sevgisi yoktu kalp ve gönüllerde.
Tanımasaydık bu eserleri kaybolup gidecektik bu uzak yerlerde”
İşte kıt'aya o ilk gelen birkaç Nur Talebesinin ektiği fidanlar artık meyveye durmuş, iman hizmeti dalga dalga yayılmış, bir elin parmaklarını geçmeyen insan sayısı salonları doldurur hale gelmiş durumda.
Gençler
Genç kızlar ve çocuklar İngilizceyi ana dilleri gibi biliyor ve günlük hayatta kullanıyorlar. Özellikle Risâle-i Nur’u düzenli okuyanlarda Türkçeye de hâkimiyet bariz şekilde fark ediliyor. Nur risâlelerini düzenli okumanın pek çok faydalarından birisi de Türkçe’yi muhafaza etmek! Yıl sonu programında gençlerin konuşmaları, söyledikleri ilâhiler, okudukları vecize ve şiirler bunun en güzel delilleri.
Geleceğe yönelik programlarını anlatırken hemen hepsinin altını çizdiği nokta İngilizce Risâle-i Nur derslerinin gerekliliği. Böylelikle yabancı arkadaşlarını da iman derslerine rahatlıkla getirebilecekler.
Eğitim
Anaokulundan itibaren okullarda kılık kıyafet serbestliği var. Yani ülkemizin kronik başörtüsü problemi burada yok. Eğitimin bütün imkânlarından herkes gibi istifade edebiliyorlar.
Bizim bulunduğumuz süre içinde üniversite imtihanlarının sonuçları açıklanmıştı ve genç kızlar sevinçliydi. Çünkü üniversiteye girme hakkını kazanmışlardı.
Eğitim kaliteli ve ucuz verildiğinden uluslar arası öğrencilerin % 33’ü burada. Avustralya sadece eğitimden yılda 22 milyar dolar kazanıyor. Türk öğrencilerin de tercih sırasında Avustralya önlerde yer alıyor. (Ülkemizdeki başörtüsü yasağı dolayısıyla ülkeye üniversite eğitimi için gelen genç kızların sayısı hiç de az değil.)
Darısı başımıza…
“Bir ülkede insana verilen değeri anlamak için havaalanlarını kontrol etmek iyi bir başlangıçtır” desek yanlış olmaz herhalde. Havalimanlarında bürokrasiye takılmadan pasaport işlemleriniz serî bir şekilde hallediliyor. Hasta ve yaşlılar için hazırlanan özel yapılmış tekerlekli sandalyeler erkek ve kadın hasta bakıcılar eşliğinde uçaktan adım atar atmaz hazır bekliyor. Yaşlı ya da hasta olanlar hemen bu sandalyelere alınıyorlar. Bebekli yolcular için bebek arabaları da aynı şekilde anne babaların kullanımına hazır vaziyette durmakta. Valizlerinizi taşımak için kullandığınız araçlar da kolayca ulaşılabilecek noktalara yerleştirilmiş durumda… Bu hizmetlerin hepsi ücretsiz.
Yeşilköy Hava Limanındaysa “Valizlerini taşımak için araç alacaksan paranı hazırla!” mantığı hakim. Hastalar, yaşlılar ve bebekli yolcularsa başlarının çaresine bakmanın yolunu aramalılar…
Varın bu iki fotoğrafı yorumlayın!
Duâlar
“Dünyanın bir ucu” sözü her geçtiğinde artık Avustralya’yı hatırlayacağım.
“Bizim gibi hakikat ve ahiret kardeşlerin ihtilaf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mani teşkil etmez. Biri şarkta, biri garbta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri ahirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan bir tek maksat için bir tek vazifede bulunanlar birbirinin aynı hükmündedirler” diyen Üstadımın duâsına Avustralya’yı da içimden hep ekleyerek oradaki gönül dostlarını kalben kucaklayacağım.
30.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|