Bir bayram daha böyle geçti.
Kimi sılaya ulaştı, kimi gurbetin acı hicranını yaşadı.
Edebiyatımızda gurbetin önemli bir yeri vardır. Birçok şiir ve romanlar gurbet üzerinedir.
Sazlar, sözler, nağmeler...
Hepsi ama hepsi gurbeti anlatır.
“Bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir.
Garip sılayı andıkça gör başına neler gelir”
Hele gurbetin hicranı bayram sabahlarında bir başka yankılanır gönüllerde ve gözyaşlarında.
Birde sılaya ulaşanların dünyasında buluşma ve ayrılık gözyaşları tanecikler halinde gözlerden dökülür.
Gelen gider, giden gelmez. Öyle bir handır işte Dünya.
Bu duyguyu en canlı yaşayan, analar ve yavrulardır.
Şöyle derinlemesine bir düşündüğümüzde, her insanın gurbeti kendi âleminde yaşadığını görürüz.
Ruhlar âleminden başlayan uzun yolculuğun sadece bir istasyonudur dünya.
Anne karnı, dünya hayatı, kabir âlemi, mahşer yeri, sırat köprüsü, Cennet veya Cehennem...
Bu anlamda her yolcu yolunu bilmelidir.
Yüzde doksan dokuz sevdiklerimiz, ebedî âlemde.
Buradakiler sadece yüzde birdir. Asıl gurbet, ahiret âleminde yaşanır. Anne Cennette, baba Cehennemde... Dede Cennette, torun Cehennemde... Oğul Cehennemde, baba Cennette, kızı Cehennemde... Böyle bir manzara ne acı. Bir daha buluşma, birleşme ve de kucaklaşma artık yoktur...
Dünyadaki ayrılıklar ve gurbetlerde yaşanan hicranlar buna kıyaslanırsa gurbetler çok hafif kalır. İnsanın ana mihenk noktası aslında bunlar olmalı. Bu âlemde bir ve beraber olduğumuz gibi âhirette, yani Cennette de bir ve beraber olmak her insanın arzusudur.
Kabir hayatını yaşamış bir insanın eğer dünyaya dönme ihtimâli olsa ve bize olup bitenleri bir bir anlatsa, elbette bizim ders alacağımız bir çok şey bulunabilir.
Veya geçmişte ya da sonra yaşayacağımız acı hayat manzaraları bize gösterilse acaba hayatımızda ne gibi değişiklikler olur bilemiyorum.
“Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde, hepsi başka biçimde” diye devam eden musikinin nağmeleri bu mânâları dile getiriyor. Gurbeti aramıyoruz. Çünkü gurbet bizim içimizde.
27.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|