Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘’2006 Yoksulluk Çalışması Sonuçlarını’’ açıklamış. Buna göre, Türkiye’de 2006 yılı itibarıyla yaklaşık 539 bin kişi açlık sınırı, 12 milyon 930 bin kişi de yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Türk-İş’in yaptığı ve aynı gün açıklanan hesaplamalara göre de, bu yıl mutfak enflasyonu önceki yıla göre yüzde 11,84 artmış. Dört kişilik ailenin Aralık’ta açlık sınırı yaklaşık 688, yoksulluk sınırı 2 bin 241 YTL’ye olarak belirlenmiş. (AA, 26 Aralık 2007)
Tabiî ki rakamların gerçekleri ne ölçüde yansıttığı tartışılabilir. Ancak ortada bir vak’a var: Ülke olarak zenginleştiğimiz, millî gelirimizin arttığı ifade ediliyorsa da, bu zenginliğin dağıtılmasında problem yaşanıyor. Zenginler daha zengin olurken, fakirler de daha fakir olma yolunda ilerliyor.
Türkiye İstatistik Kurumunun, yoksulluk konusundaki çalışmasının sonuçlarını duyunca, geçmiş yıllardaki ‘söylem’leri hatırladık. Meselâ, cumhuriyetin ilanının 10. yılında bestelenen ve 28 Şubat süreci sonrasında da tazelenen meşhur bir marş vardır. Bu marşa göre, 10 yılda 15 milyon genç ‘yaratılmış’tı her yaştan...
Şiire göre durum böyle, ama görüldüğü gibi gerçekler daha farklı. Cumhuriyetin ilânının üzerinden 84 yıl geçti ve bir devlet kurumu, acı gerçekleri gözler önüne serdi: Yaklaşık 13 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor!
Bu araştırmaların neticesi; sloganla, hamâsetle, ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ demekle mesafe alınmadığının delilidir. Türkiye’yi ‘idare eden’ler bu tabloyu iyi tahlil etmeli ve probleme iyi teşhis koymalıdırlar.
Ayrıca, “Bu tablo kimin eseri?” sorusunun da cevabı araştırılmalıdır. Bu tablodan dolayı her halde ‘sade vatandaş’ suçlanamaz. Bu tablonun sorumluları, “millete rağmen, millet için” anlaşıyında olanlardır. Çünkü onlar, her fırsatta milleti ‘cahil oy çoğunluğu’ olarak görmüş ve ona göre davranmışlardır. (‘Cahil oy çoğunluğu’nın son yıllardaki tarifi değişti. Şimdi ‘göbeğini kaşıyan adam’ diyorlar.)
Ülkenin ve yaşayanların fakirlikten kurtulması şunun için önemli: Hatırlanacağı üzere fakirlik, ‘üç büyük düşman’dan biridir. Diğer iki büyük düşman, cahillik ve ihtilaftır. Bu üç düşman bir araya geldiğinde krizler çıkmakta ve ülke geriye gitmektedir. Babalarımıza nisbetle daha zengin olmamız, bu gerçeği değiştirmiyor.
Türkiye; fakirliği mağlup edemediği sürece, slogan atarak, hamaset edebiyatı yaparak bir yere varamaz. Toplamda millî gelirimizin artması da derde çare olmuyor. Zenginliğin tabana yayılması ve adaletli bir gelir dağılımı şart. Bunun yolu da Türkiye’yi idare edenlerin konuyu ciddiyetle ele almasından geçiyor.
Bu araştırma ve tesbitler, ‘rapor’ olarak kalır ve gereği yapılmazsa, önümüzdeki yıllarda bu sayı katlanarak artar. Bilhassa ekonomik konularda önemli bir dönüm noktası olacağı ileri sürülen cumhuriyetin 100. yılında (2023) yazılması muhtemel ‘marş’ta “100 yılda 25 milyon fakir/ fukara/ muhtaç insan buluştuk” dememek için biraz daha gayret...
Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak istiyorsak, ‘üç düşman’ olan; cehalet, zaruret (fakirlik) ve ihtilafı bertaraf etmeyi başarmalıyız.
27.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|