Kurban imtihanın bir usülü müdür, yoksa neticesi mi? Cevabını hepimiz bilmeyebiliriz, fakat şu hakikati herkes kabul etmek zorundadır: İmtihana girenler bazen kurban olurlar, bazen kurban edilir ve en kolayı da kurban ederler. Kurbandan kaçınmak, imtihanı reddetmek anlamına geldiğinden, Adem (a.s.) babamızdan kıyamete kadar sebep-sonuç irtibatı içinde imtihanımız sürüp gidecek.
Dar-ı imtihan dünyadan mı ibarettir. Rabbimiz istediğinde cennette de imtihan olunur. Adem babamızın Arafata doğru sürüp-gelen sergüzeşt-i hayatı serapa imtihanlardan ibaret değil mi? Ben-i Adem’in imtihanı da ceddinin yolunda değişik şekil ve renk ve tadlarla devam edecektir. Habil ile Kabil’in imtihanları... Sonra emredildikleri kurbanları... Ve imtihanı kazanan Habillere karşı, Kabillerin devam eden imtihanları...
İmtihanı kabul etmemek mümkün müdür? Bezm-i Elestteki “kabul” ile yüklendiğimiz imtihanları reddetme çaremiz elbette yok... Kur’ân’da, imtihanlarına itiraz için gelen Ben-i İsrail’in hikâyelerini bilirsiniz. İtiraz veya redd, imtihanlarını şiddetlendirmiştir. İmtihanın en ateşli sorusu Rabbimize imanıyla birlikte tevhid içindeki teslimimiz değil mi? İmtihan salonundaki itirazı işmam eden en küçük bir sorunun İzzet-i İlâhiyyeyi ne denli celâle sevkettiğini merak edenler, Kur’ân’a bakabilirler. Yani Rabbinin karşıtlarına küçük bir meyli ihsan eden bütün duruşları silip süpüren elbetteki “Kabuldur”. Musa’nın (a.s.) muhalifleri, tevhide teslim olmayanlar ve hâlâ “icl” meselesini tartışanlar yalnızca Firavun müttefikleri değildi. ‘İcl’ meselesinin Musa’ya (a.s.) rağmen hâlâ Ben-i İsrail arasında cereyan ettiğini ve postmodern bakarperestliğin bilhassa Avrupa ve Amerika’da, altına gümüşe çokça düşkünler mabeyninde devam ettiğine inanmayanlar, meşhur borsaların amblemlerine baksınlar... Sina’daki nimete rağmen kalplerini ilâhî vahye kapatanların, güya düşmanları Firavun’un ordusunda hakikî Musevî ve İsevilerle nasıl savaştıklarını rahatça görebilecekler. Kurbana itiraz edenler çokça cahil ve aptallık derecesinde ahmak değillerse, şuurlara itiraz ediyorlarsa; onlara tavsiyemiz nifaklarını açığa vurmalarıdır. Mesellet ve meskenet içinde tevhide baş kaldıracaklarına, mertçe Amerika ve Avrupalı yoldaşları gibi inkârlarını ilân etsinler.
Rabbimiz kendisine olan sevgimizin mecazi sevgilerle gölgelenmesini istemiyor. Çoğunlukla yarattığı mahlukûna duyduğumuz aşırı muhabbetten dolayı bizi imtihan ediyor. Genellikle en çok sevdiklerimizle İbrahim (a.s.) ile Sara’nın çocuk hasretlerini kimler bilmez ki... Zayıf Sara’nın imtihanı daha kolay... Hacerle... Ve çok sevdiği İbrahim’den geçici ayrılıklarla... Halilullah ise çok sevdiği İsmail’i (a.s.) kurban etme imtihanıyla aylarca günlerce tutuşur, alev alev yanar. Ta “Kabul!..” deyinceye kadar. Elbette ki, şeytan yalnızca Mina’da değil. Mesele İsmail’deki teslimiyettir... Kabuldür... Bu evlâd muhabbetiyle yakıcı imtihanlara giriftar babalara semboldür İbrahim (a.s.)... Niyazımız, çevremizde hergün İbrahim’in “Kabul” makamına yükselen babaların sevgilerinin çoğaltmasıdır.
Sevgililer sevgilisi de kurbanların çocuğudur. Hem İsmail’in (a.s.), hem de Abdullah’ın... İbrahim’i yakan ateşlere Abdulmuttalip de yanmıştı... Oniki evlâd bir yana, Abdullah bir yana... Sen misin Abdullah’ı bu denli seven... Tıpkı Yakub’un Yusuf’a muhabbeti gibi. Ah imkânımız olsaydı da Abdullah’ın bir bedelini de biz ödeseydik. Kabul makamına yükselene dek imtihanın eritici ateşi devam eder, şayet iman varsa! “Kabul” aynı zamanda bir kurtuluştur... “Kabul!” deyiverdiğimizde sarp uçurumlar ovalara dönüşüyor, tsunamiler sakin denizlere, en vahşi canavarlar munis hayvanlara ve nihayet bize dehşetli görünen “Kabir” ise cennet bahçelerine... Fakat bir hakikat var: Kurbansız imtihan olmuyor...
Kalbimizi yaratan ve en mutena yerini kendisine ayıran Rabbimiz, oraya kendisini unutturacak başka sevgilerin girmesini istemiyor. Hem Rabbini ve Malikini sevecek ve aynı derecede masivaya gönül bağlayacakların imtihanı değil mi kurban?
İmtihandaki doğru tercihe kurbanla ulaşıyoruz. Kurban aynı zamanda O’nun bize sevgi ve şefkatinin işareti. Sultan kuluna acıyor, yönünü ve yüzünü kurbanla kendisine çeviriyor. Yani Kurban, en güzel isimlerin sahibine ve güzelliğin aslî kaynağına yakınlaşmak ise; hidayet ve saadete giden yol anlamına da gelir.
Tevhid, Allah’tan başka hiçbir şeye kurban olmayacağını da emreder. Küçücük bir müsaade olsaydı, insana kurban olurdu insan... Fakat sevgililer sevgilisi diyor ki, “Ben iki kurbanın çocuğuyum.” Yani insan da o yolun kurbanı. Fakat O’nun bize sevgisi, şefkat ve acımasına bakıyoruz ki, insanın yardımına semadan kurbanları gönderiyor, O...
İmtihanla Kurban arasındaki gel gitlerden ibaret olan hayatımız da, ondan gelene razı olmak üzere Kabul-Rıza mertebesine ulaşmak biricik hedefimiz olsa gerek... Teslim olmak... Zaten İslâm da bu değil mi?
21.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|