Türkiye’nin K.Irak’taki PKK kamplarına operasyon yaptığı bir haftadayız. Hükümet bir taraftan siyasi açılımlar peşinde koşarken bir taraftan da TCK’nın etkin pişmanlığı düzenleyen 221. maddesinde açılımlar yaparak PKK örgütünü çözme girişiminde görünüyor. Biz de Türkiye’deki birey-devlet ilişkisi ve Kürt sorunu konusunda araştırmalar yapan Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Küreselleşme ve Demokratikleşme Araştırma Merkezinin direktörü olan Fuat Keyman’la Kürt sorununu konuştuk. Kısaca Keyman, Kürtlerin bireyselleştirilerek sorunun çözülemeyeceğini, PKK’nın çökertilmesi için sadece askerî değil demokratik açılımların gerektiğini, bundan daha önemlisi PKK bitince Türkiye’nin asıl Kürt sorunuyla karşı karşıya geleceğini söylüyor...
*Güncel ve devlet siyasetini yakından takip eden biri olarak “Birey-Devlet” karşılaştırmasında devletin baskıcı rolünün gerilediğini söyleyebilir misiniz?
Türkiye’nin AB’ye aday ülke statüsünü almasından sonra anayasal reformlarla bireyle devlet arasında yasal düzlemde, haklar ve özgürlükler alanında bir denge kurulduğunu söyleyebiliriz. Ancak verilen hakların korunması ve farklılıkların bir arada yaşamasına yönelik uygulama sürecine girilemedi. 11 Eylül’den sonra dünyada güvenlik eksenli bir politika izlense de güvenliğin demokratikleşme ve insanî güvenlik olmadan sağlanamayacağı ortaya çıktı.
*Verilen haklar bağlamında uygulamaya geçilmediğini söylüyorsunuz. Engel ne?
Türkiye’nin ileri hamlelerini engelleyen ekonomik, insani, siyasi ve uluslararası ilişkiler düzlemi olan Kürt sorunu var. Bunun yanında değişime karşı tepki duyan tepkisel milliyetçilik fikriyatının devlet içinde, entellektüel düzeyde ve siyasi düzlemde geliştiğini görüyoruz ki bu ikisi karşı karşıya gelince daha büyük bir engel teşkil ediyor. Daha sonra tepkici milliyetçiliğe karşı aşırı liberalliğin ortaya çıktığını görüyoruz. Kürt sorununun nasıl aşılması gerektiğiyle alakalı kamusal düzeyde bir tartışma yok. Türkiye bir taraftan ilerlerken önünde duran Kürt sorununun çözümüyle ilgili tepkici milliyetçilerle aşırı liberallerin bir kutuplaşma içine girdiğini söyleyebiliriz.
*Farklı bir tesbitte bulunuyorsunuz. Aşırı liberaller sorunların içini doldurmadan, fikri olgunluğa ulaştırmadan mı tepki veriyor tepkici milliyetçilere? Bu gerilim sonucunda sorunlarımızın gerçek mânâda tartışılmadığını mı söylüyorsunuz?
Tepki boyutu da var. Lineer tarih anlayışlarının yetersiz olduğunu görüyorum. Yani “Osmanlıdan bugüne kadar Türkiye otoriter mantıkla yönetilmiştir” mantığı Türkiye’nin karmaşık yapısını çözümlemede fazla yararlı olmuyor. Türkiye’de sosyal adaletten kalkınmaya, tarımdan endüstriyel ilişkilere, demokratikleşmeye kadar olsun bireyin gerisinde bir adalet anlayışının oluşması gerekiyor. Bu bağlamda da geçmişten farklı bir kalkınmacı devlete ihtiyacımız var. Daha çok düzenleyici bir devlet. Liberallerin bireye çok odaklanması bunu engelliyor.
*Yani aşırı liberallerin birey odaklı bakışı devletin önemini mi gölgeliyor?
Liberaller, devleti her sorunun sebebi olarak göstererek aşırı bireyci bir anlayışla devleti teknikleştiriyor. Bu da Türkiye’nin sorunlarının çözümünde model meydana getiremiyor. Devleti koruyalım-devleti küçültelim, bireyi koruyalım-devleti güçlendirelim, çağdaş Türkiye-otoriter Türkiye kutuplaşmaları yapmamız gereken asıl tartışmanın önündeki yöntemsel ve siyasal engeller olarak duruyor. Bu iki kutup içinde doğru tezler bulunmakla birlikte yeterli çözüm argümanları olmadığını görüyoruz. Bu kutuplaşmanın arkasında birey kadar toplulukların, farklılıkları korumak kadar farklılıklar arasındaki birlikteliğin aranması gibi çabaların da olması gerekiyor. Bu da farklı bir toplum vizyonunu, tarih anlayışını ve devlet birey çözümlemesini gerekli kılıyor ki tepkici milliyetçilik ve aşırı liberallik bu çözümlemeyi yapacak yöntemsel, siyasal vizyona sahip değil.
*Türkiye’deki sorunlar nasıl tartışılmalı peki?
Farklı boyutlarıyla ve bilgi düzeyinde. Kürt sorunuyla ilgili çalışmalar, eleştiriler, özeleştiriler daha yeni başlıyor ve konuyla ilgili yeterli ekonomik, sosyal, demografik, siyasal verilerin olmadığı kanaatindeyim. Bir taraf bireysel haklara vurgu yaparken bir taraf da devletin bölünmez bütünlüğünden bahsediyor. Bu ikisi birden nasıl sağlanacak önemli olan bu. İşte bunun içinde bilgiye ihtiyaç var. Gelinen noktada Kürt sorununun çok boyutlu çözümünden bahsediliyor.
*Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın demokrasiyi ve insan haklarını kullanamadık, şimdi teröristler bu kavramı kullanıyor değerlendirmesini nasıl okuyorsunuz?
Fikret Bila’nın PKK terörüyle ilgili askerlerle yaptığı röportajda da bu öz eleştirinin başladığını görüyoruz.
*Az önce bilgiye ihtiyacımız var derken neyi kastettiniz?
Türkiye, Kürt sorununun çok boyutlu yapısıyla yeni yeni yüzleşiyor gibi geliyor. Bölgede büyük bir çocuk sorunu olduğunu görmeye başladık. Diyarbakır’ın bir ilçesinde okulu olmayan, gelecekten umudu olmayan 16 yaş ve altı 140 bin çocuk yaşıyor. Bunun yanında Avrupa'da sayıları 600 bine varan Kürt diasporası var. Bence Kürt sorununun şiddet yani PKK boyutu ortadan kalktığında asıl Kürt sorunuyla karşılaşacağız. Siyasilerin, askerlerin, emniyetçilerin son açıklamalarıyla sorunun çok boyutlu yönünün görüldüğü kanaatindeyim ancak bu sorunla baş edebilmek için bölge insanının güveninin kazınılması şart.
* PKK bitince asıl Kürt sorunuyla karşı karşıya geleceğiz dediniz, bunu açıklar mısınız? Halbuki medya ve siyasiler PKK bitince Kürt sorunu çözülecek havası yayıyor.
Bunun doğru olmadığı çok açık. PKK demokrasiden bahsetse de şiddeti çok yüksek bir aktör. Bunun dışında mesela Şerafettin Elçin'in partisi legal bir parti ve devletin bütünlüğünü kabul ediyor, fakat federal yapı istiyor. Şiddet temelinde siz bu partiye karşılık veremezsiniz. Öbür taraftan devletin bütünlüğünü de kabul eden bir parti. Öyle olunca da Türkiye şiddet bitince düşünce özgürlüğü alanına girecek. Taleplerin sadece bireysel ve kültürel haklar olmadığını görecek. Bu taleplerle nasıl baş edeceğiz? Türkiye’nin buna hazırlanması lâzım.
*PKK bitince talepler başlayacak dediniz fakat DTP için Büyükanıt "PKK Mecliste" dedi.
Ben bu tür çıkışların doğru olmadığını düşünüyorum. DTP ile ilgili anayasa mahkemesinde bir dâvâ var. Yargı bununla ilgili kararını vercek. Devletin üst düzey yöneticileri "PKK Mecliste" dediğinde bunun retorik olmaması gerekiyor.
*Bu Kürt sorununa ve Meclise müdahale değil mi?
Askerler ölmesin, vatan bölünmesin sloganının içini nasıl dolduracağımız çok önemli. Kürt sorunu askerî aktöre indirgenmeyecek kadar çok boyutlu. Askerin Kürt sorunu dışında tutulması ancak iktidar ve muhalefetiyle sivil siyasetçilerin bu alanda güç göstermesiyle olabilecek birşey. 22 Temmuz seçimlerinden önce Türkiye’nin en önemli sorununu tartışırken olayın içine Cumhurbaşkanlığı krizi, Anayasa Mahkemesi kararı, e-bildiri girdi. Olayın aktörlerinin böylesi bir kavga içine girmesi yönetim boşluğu doğurur. 22 Temmuz seçimlerinden sonra askerin iktidarla daha rabıtalı, devletin devlet olma özelliğine daha uygun hareket ettiğini düşünüyorum. Ayrıca Kürt sorunuyla ilgili devlet yöneticilerinin çok fazla konuştuğunu düşünüyorum.
*Bir de bölge insanını bireyselleştirerek PKK terörünün biteceği anlayışı var siz buna katılıyor musunuz?
Orayı bireyselleştirerek sorun çözülmez. Bir kere oradaki insanlar birey olmak istiyor mu, onu sormak lazım. AKP sürecinde de İslâm bireyselleşiyor diyemiyoruz. İslâmın sistem içine entegrasyonu, muhafazakâr demokrat kimliği üstlenmesi, İslâm siyasallaşmasının merkez sağa oturması gibi şeyler var. O yüzdende aşırı liberal görüşteki sürekli bireye vurgu, sorunları çözmede eksik kalıyor. Çözmek istediği sorun alanındaki kimlik kendini birey olarak değil başka türlü tanımlıyor. Nasıl Kürt sorununda “Sen Kürt değilsin” demek sorun oluşturuyorsa “Sen bireysin” demek de sorun oluşturur. Önemli olan toplumdaki farklı kimliklerin toplumsal bütünlük ve demokratik temelde olması ki; burdan şiddet çıkmasın. Tek birey ve ulus temelli bir kimlik yok yani. Herkes kendi içinde kimliklerini farklı bağlamlarda ve düzeylerde yaşıyor. İnsan dediğimiz şey karmaşık bir yapıya sahip.
ASKER AKP İLE UZLAŞTI
*Son zamanlardaki af tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümetin gündeminde af olmadığını görüyoruz. AK Parti stratejisi, PKK odaklı bir operasyonu yapmak ve askere bunu vermek, PKK’ya katılımları engellemek için ekonomik refahı arttırmak ve demokratik açılımları hızlandırmak, ayrıca belediye seçimlerini kazanarak DTP’yi saf dışı bırakmak ve 221. maddeyi güçlendirerek örgüt içinde kırılma meydana getirmek olarak özetlenebilir.
Seçimlerde AKP’nin kazanması büyük zafer olur ve Türkiye’nin terörle mücadelesinde bir açılım olacaktır. Devletin tehdit olarak gördüğü İslâmî kanatla Kürtler karşı karşıya gelmiş durumda. AK Parti'nin Kürt sorununu çözmeye çalışması Türkiye tarihi açısından ilginç bir tablo.
* Ama sizin de söylediğiniz gibi İslâmî hassasiyetli iktidar tehdit olarak görülüyor.
Türkiye eş zamanlı olarak bölünme ve şeriat tehlikesini yaşayamaz. AKP’nin insan ve hizmet temelli, muhafazakâr demokrat çizgisini, serbest pazarı iyice iteleyen, İslâmı zengileştirici gören anlayışını iyi okumamız lâzım. Bugün okumalarım sonucunda elde ettiğim izlenim 22 Temmuz seçimlerinden sonra orduyla AK Parti'nin arasında bir uzlaşma olduğu yönünde. Bunu K. Irak örneğinde ve askerlerin açıklamalarında da görüyoruz. Kürt sorunu temelinde bir uzlaşma olduğunu düşünüyorum. Bu CHP ve MHP için iyi olmayabilir, ama AK Parti'nin bu sorunu iyi götürmesi bunda etkili oldu. Devlet-İslâm kavgası şu anda yok diye düşünüyorum.
YÖK ÖNEMSİZLEŞECEK
*Türkiyenin özgürleştiğini söylüyoruz, ancak YÖK Başkanı Özcan’a özgürlük vaadi yüzünden kızanlar var...
Bence o konuşmasında altı çizilecek şey özgürlükler değil, YÖK’ün bilimsel faaliyetlerin çok yüksek olduğu bir yapıya dönüştüreceğini vaadetmesidir. TÜBİTAK’ta yaşadığımız gibi YÖK artık siyasî, ideolojik tavır alma konumundan, araştırmaları destekleyen bilim kurumu konumuna geçecek. AK Parti'nin sorunları çözmede bunu bir yöntem olarak kullandığını görüyoruz
*Niye tepki veriliyor?
Her zaman vurguladığım gibi Türkiye’de muhalefet sorunu var. Türkiye’de sivil muhalefet yeterli olmayınca devlet kurumları ön plana çıkıyor. Ben YÖK kurulduğunda master öğrencisiydim. YÖK, 12 Eylül askerî darbesinin bir ürünüdür, savunulacak bir tarafı yoktur. YÖK'te reform YÖK'ün ideolojik kale olma özelliğinin sona erdirilmesiyle başlayacaktır.
|