Bayramda ağzınızın tadını bozmak istemem. Hele mübarek kurban etlerinin tayyip rayihası etrafı kaplayıp lâhutî bir lezzet yayarken… Ama, el öpüp, öptürürken de düşünmek durumundayız:
Bayram demek yalnızca kurban kesmek, sevinmek, yemek-içmek, gezmek, eğlenmek midir? Yoksa aynı zamanda muhakeme, muhasebe ve tefekkür zamanı mıdır? Neyin muhasebesini, neyin murakabesini yapacağız?
- İlk inen âyetlere göre okumak, yazmak, bilim farz. İman, ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için bu dünyaya gönderildik.
- Müslüman kardeşlerimiz, hatta masum insanlarla dayanışma ve yardımlaşmak zorundayız.
- Dünyanın öbür ucunda bir mü’minin ayağına diken batsa, onu çıkarmanın ve ıztırabını dindirmenin yollarını aramakla mükellefiz.
- Bu zamanın en büyük farzlarından birisi ittihattır. Tabiî ki, bu birlik, önce iman esaslarında, sonra ibadetlerde, sonra fikren, sonra zikren gerçekleşmeli. Bunun tabiî sonucu da güç birliği olarak tezahür eder.
Tek tek yere düşen yağmur damlalarını toprak yuttuğu gibi, Müslümanlar ihtilâf-ı efkâr ile ayrılığa düşünce ifsat komiteleri bizi perişan ediyor. Şimdi Müslümanların ayağına batan dikenleri, ne dikeni, mayın ve patlayıcıları, havadan inen bombaları, yandan yağan kurşunları düşünelim. Iztırabını ne derece duyuyor ve en azından düşüncelerimiz ve duâlarımızla ne derece paratoner olmaya çalışıyoruz? Çünkü birlikte ve ihlâsla yapılan duâların etkisizleştirme gücü vardır!
Bilhassa ABD ve ortakları, Afganistan’ı, Irak’ı işgal etti. Rusya Çeçenistan’da, Çin Doğu Türkistan’da. Müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve petrolünü sömürüyor; şirketleriyle bütün zenginliklerini ülkelerine taşıyor. Çoluk-çocukların başına bomba yağdırıyor, olmadık eziyet, işkencelerle kan kusturuyor. Ve Iraklı bebeklerin başına bomba yağdıran uçaklar, Türkiye’deki üslerden kalkıyor—güya Tezkere’yi reddettik, hava sahasını ise açtık!
Bütün bunları bile bile, göz göre göre nasıl görmezlikten gelir ve bir takım bahaneler, kılıflar uydurup, zalimlere yönelecek tepkileri kırarız? Şu âyet meâlleri karşısında hepimiz titremeliyiz:
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!”1
“Sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmaktan ve adâlet etmekten Allah sizi men etmez. Şüphesiz ki, Allah adâlet edenleri sever.”2
Devamında “men edilen dostluğun” sınırları çizilir:
“Allah ancak sizinle din hususunda savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanları dost edinmekten sizi men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin tâ kendisidir.”3
Ne dersiniz? Özellikle muztar ve mağdur Filistin, Irak, Çeçenistan, Lübnan, Keşmir halkının acılar içinde kıvranmasının sebebi sizce biz değil miyiz? Onlar cehaletimizin, fakr-u zarûrete düşüşümüzün, fikir ayrılıklarımızın, ihmalimizin, uhuvvetsizliğimizin kurbanları değil mi?
Onlar hatalarımızın kurbanı olurken, İslâm âlemi muztar iken… Biz nasıl bayram edeceğiz? Acaba, üçte birini fakirlere vereceğimiz kurban etleri, bu hatalarımızı telâfi eder mi? Mübarek kurban kanı, günahlarımızı yıkayıp temizler mi?
NOT: Yazılarımıza kısa bir ara vereceğiz. İnşallah tekrar birlikte olmak dileğiyle... Mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder; câmiâmız, ülkemiz, İslâm âlemi; özellikle muztar ve mağdur Filistin, Irak, Çeçenistan, Lübnan, Keşmir halkıyla sâir ülkelerdeki mazlumlar ve insanlık âlemi için hayırlara vesîle olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
Dipnotlar: 1- Kur’ân, Hûd, 113.; 2- A.g.e., Mümtehine, 8.; 3- A.g.e., Mümtehine, 9.
20.12.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|