Gerek fert, gerek cemiyet/cemaat, gerekse toplumların ilerlemelerini, hizmetlerini engelleyen ve onları tembellik/uyuşukluk zindanına götüren iki tehlikeli yol var: “Meylüttefevvuk (üstün olma meyli) ve aculiyet”
Mü'min, Yaratıcının hoşnutluğunu kazanmak, fazilet ve hizmet için değil de, hemcinsleriyle yarışa girip, onları geçmek için çabalamasıdır. Aslında hizmette biribirine zahmet vermek yoktur. Ne var ki, hizmetin yerini zapteden meylüttefevvuk baskısı hücuma başlar. Himmetin, gayretin, çalışmanın başına vurur, atından düşürttürür.1 Bu cümleler ne anlama geliyor?
Allah için değil de, “üstün olma meyli” ile hareket eden, o makamlara göz diker. Bunları elde etmek için çeşitli ayak oyunları, hileler, dolaplar, numaralar çevirir! O makamlara lâyık olanları yıpratmak, çürütmek gerektir ki, yerlerini alabilsin! Bu hem kendisini yıpratır, hem enerjisini boşa harcatır, hem de başkalarını engeller.
Bu arada kıskançlık gibi olumsuz duygular devrededir. Peygamberimizin (asm) devdarlığı hizmetinin kendisine verilmesi için devesinin kolanını kesen sahabiyi düşününüz! Nerede ise, onu öldürecekti!
Aslında Kur’ân, iman hizmetlerde müzaheme/biribirine zahmet verme yoktur, olmamalı. Çünkü, hizmet eden kendi imanına, Kur’ân’ına, dâvâsına çalışıyor; kendi görevini yapıyor; başkasına hizmet etmiyor!
Meylüttefevvuk; hedef sayısız nimetleri ve rızıkları veren kâinatın Yaratıcısının rızası değilse, üstün olma, makam-mevki, şan, şöhret, para-pul için çaba sarf etmeyi ifade eder. İnsan, dünyanın en üst makamlarını elde etse, şöhretin zirvelerine de ulaşsa, eğer bu duygusunu ahirete, sonsuz hayata yönlendimezse asla tatmin olamaz.
Ayrıca bu olumsuz haslet, en müthiş düşmanlarımızdandır ve bizi uyuşukluk zindanına atar. Bu düşmana karşı, “Kûnû!” (Allah için olunuz, Allah için çalışınız, Allah iç in gayret ediniz!) hakikatini göndermeli. Eğer, Allah için çalışılırsa, “Hedefe ulaştıran en büyük kuvvet, en kısa yol ihlâs” elde edildiği anlaşılır. Bu ihlâs yolu, tembellik zindanına değil; rızaya götürür.
Bu da, kardeşlerin nefisleri; nefse şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercihi gerektirir. Bu da fenâ fi’l-ihvân, tefânî prensibinin hayata geçirilmesiyle mümkün. Yani, birbirinde fâni olmak; kendi nefsini, hislerini (duygusallığı) unutup, kardeşlerinin güzel özellik, duygu ve hasletleriyle fikren yaşamaktır.
Bu kardeşliği, hilleti/dostluğu getirir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeşliği...2
***
Atalet zinadanına atan bir diğer sebep aceleciliktir. Bundan anlamı; bir işi sonuçlandırmak için biribirini gerektiren zincirleme sebepleri göz ardı etmektir. Merdivenin basamaklarını ikişer, üçer atlamak gibidir. Bu durum müşevveş eder, himmetin ayağını kaydırır.
Buna karşılık, şu âyet meali hakikatince hareket etmek icap eder: İbadette, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun.3
Şu örnek penceresinden de bakabiliriz: Farz edelim ki, tarlayı ektik. Gerekli çapalama, gübreleme, sulamadan sonra belli bir müddet sabırla beklemek gerekir. Eğer bir an önce mahsül alalım düşüncesiyle hareket edilir ve hormon verilirse, sağlıklı sonuç çıkmadığı gibi, sağlıkları tehdit eden ürün elde edilir.
Dipnotlar: 1. Münazarat, s. 136.; 2. Lem’alar, s. 166-167.; 3-Kur’an, Âl-i İmrân, 200.
17.12.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|