Son beş yıldır AKP hükümeti, özellikle inanç ve manevî değerlere dair meselelerde neye el attıysa, “kırılgan” tavrıyla daha da zorlaştırıyor; temel hak ve hürriyetleri daha da içinden çıkılamaz hale getiriyor.
Şimdiye kadar, özellikle Çankaya’nın bahane gösterilip “yapmak istedik, yaptırmadılar” taktiğini sürdüren siyasî iktidar, Cumhurbaşkanı seçiminden sonra bu taktiği bir başka şekilde devam ettiriyor...
Ne var ki sırf siyasî rantı hedefleyen ve “seçmene selâm” göndermeyi amaçlayan bu popülist politikalar, yasakçı zihniyetin elindeki kozları çoğaltıyor, yasakları daha da azdırıyor, problemi içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Bu yanlış politikalarla mevcut anayasada yer alan “din dersleri” bile tartışma konusu edildi. Devletin dinle ilgili tek yetkili kurumu olan Diyanet’in açık fetvalarıyla dinî bir vecîbe olan “başörtüsü” demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi adına yapılan yeni anayasa tartışmalarını bile tıkadı.
Ve yasakçı YÖK’ten onca şikâyetten sonra Cumhurbaşkanının atadığı yeni YÖK Başkanının tavrı, tâvizlerle illetli, kırılgan ve ürkek politikaların neye mal olduğunu bir defa daha ortaya çıkardı.
Bir öğrencinin TÜBİTAK’ta aldığı ödüle Millî Eğitim Bakanı’nın “tepki” gösterip “soruşturma” açtırması, yeni YÖK Başkanının çok geçmeden çark eden sözleri ve Başbakan’ın “uyarıları”, son beş yıldır siyasî iktidarın açmazını ele verdi...
* * *
Üniversitelerdeki bütün yasaklara karşı olduğunu söyleyen yeni YÖK Başkanının, konunun “yasakçı medya”da serrişte edilmesi üzerine, “yasaklar’ derken türbanı ve başörtüsünü kastetmedim” deyip çark etmesi dikkat çekici. Üniversitenin sorunlarından bahsedilirken sadece “başörtüsü ve katsayı sorunu”nun anlaşıldığını belirterek, “Ben farklı şeylerden bahsediyorum” diyerek cayması ibret verici...
Sonuçta yeni YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan’ın bu tavrı, yasakçıları daha da cür’etlendirdi. Yasakçı rektörler yeni YÖK Başkanının ve hükümetin kırılgan tavrını fırsat bilerek, yasağın yasal olduğunu ileri sürdüler. Öylesine ki bazı rektörler “Kimsenin gücü başörtüsü yasağını kaldırmaya yetmez” diye meydan okudular.
Anayasa Mahkemesinin, iptal edemediği Yüksek Öğrenim Kanununun Ek 17. maddesi hakkındaki gerekçesini yeniden yasağa dayanak yaptılar; Anayasanın 153. maddesinin açık hükmüne aykırı olarak...
Yeni YÖK Başkanı Özcan, çekingen ve kırılgan tavrını Meclis Başkanı ile görüşmesi sırasında da sürdürdü. Meclis Başkanı Toptan’ın, kameralar önünde “YÖK’le ilgili söyleyecekleriniz varsa...” önerisine, önce, “Hayır, mümkün olduğu kadar bu işten kaçınıyorum” diyerek karşı çıktı.. Toptan’ın, “Arada sırada bu konularda katılım için cevap vermek de lâzımdır” ısrarı üzerine, “Yok Hocam, Cumhurbaşkanı ve Başbakan tavsiye etti; ‘Aman Hocam... Bir şey söylersin, ipimizi çekerler’ dediler...” diye cevapladı.
Hemen sormak lâzım; Türkiye’de yüksek öğretimden sorumlu anayasal bir kurumun başkanı, millet iradesinin temsilcisi parlamento başkanıyla görüşmesinde, yüksek öğretimin meselelerini konuşmayacak da neyi konuşacak? Özgür ve demokratik eğitimin merkezi olması gereken üniversitelerde yasadışı dayatılan başörtüsü yasağının izalesi, ülkenin Meclis Başkanıyla paylaşılmayacak da kiminle paylaşılacak?
Yüz binlerce meslek okulu mezununun mağdur olduğu “katsayı” engelinin çözülmesi ele alınmayacak da hangi konu ele alınacak? YÖK Başkanı, Meclis Başkanından Türkiye’de demokratik özgür eğitimin önünü tıkayan üniversitelerdeki yasakların kaldırılmasını öncelikle talep etmeyecek de neyi talep edecek? Türkiye’nin “tank ihâlesi”ni mi, yoksa TRT’nin yılbaşı gecesi birkaç şarkı karşılığında Tarkan’a vereceği bir buçuk milyon YTL’yi mi?..
* * *
Hakikaten merak konusu; anayasanın 130. ve 131. maddelerinin düzeltilmesini, YÖK’ün tepeden dayatan yasakçı bir konumdan çıkarılması ve bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de Yüksek Öğretim Kurumunun yetkilerinin “koordinasyon”la sınırlandırılması için, siyasî partiler nezdinde arabulucu olmasını millet irâdesinin temsilcisi Meclis Başkanından istemekten YÖK Başkanını sakındıran nedir?
Aslında bu tavrıyla yeni YÖK Başkanı daha baştan kendini bağlıyor.“Üniversitelerdeki tüm yasaklar kalkmalı” diyen ve hemen peşinden ilk iş olarak başörtüsüne karşı çıkan bir öğretim görevlisini arayarak sahip çıkan yeni Özcan, bu tavrıyla daha baştan yasağı kendine koyuyor.
Böylece, daha koltuğuna bile oturmadan, bütün yasakların kaldırılacağını söyleyerek kendisine özgürlükçü bir imaj vermeye çalışan Özcan’ın, daha işin başındayken, siyasî iktidardan gelen “aman dikkat!” uyarılarıyla konuyu konuşmaktan bile çekinmesi, özgür bir üniversite hayalini bir defa daha suya düşürüyor.
Yüz binlerce öğrenciyi, hak kazandıkları okullarıyla inançlarının gereği arasında takasa zorlayıp eğitim hakkından eden “başörtüsü yasağı”nın kaldırılması, üniversitelerde özgürlüklerin genişletilmesi YÖK’ün, YÖK Başkanının meselesi değilse, meselesi nedir?..
Anlamak mümkün değil...
17.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|