“Kanlı yarayı kırmızı gülden ayırt edemediği halde kendisini mürşid bilerek irşat ve nasihata çıkıyor…” diyor, Bediüzzaman Said Nursî.
Yukarıdaki paragraftan hareketle kendimize baktığımız zaman beş şıklı bir denklemin birbiri peşine, birbirine bağlı olarak cevabını verebilmemiz lâzım.
Meseleyi bilmek, iman ve Kur’ân’a hizmet nedir, nasıl olur nasıl yapılır. Küfür ve ona çalışan avanelerine değil kendi meselemizi bilmek.
Hedefimiz, gayemiz nedir? Bu gayeye hedefe nasıl varılır? Kaynağımızı nedir? Kaynaktan nasıl içilir? Yolları şekil ve tarzları nedir? Nasıldır? Şeytan ve nefsimiz karşısında mücadele ve müdafaanın neresindeyiz? İman, Kur’ân ve Risâle-i Nur hakikatları bizim zihnimizde, kalbimizde, ruhumuzda, hal ve harekât ve yaşayışımızda ne kadar yer almaktadır? Bize lâzım olan mücadele ve mücahede için gerekli imanî güce ne kadar sahibiz, ne kadarını biliyoruz? Kısaca temyiz, tefrik ve ayırt ediciliğin, seçiciliğin neresindeyiz ve neresinde olmalıyız?
Bütün bu soruların müsbet, iman Kur’ân ve Risâle-i Nur’lar noktasında cevaplarını tam verenlere mürşid gözüyle bakabilir miyiz? Bakarız ama yine de dışardan biz bakarız. Kendisi kendisine bakamaz çünkü mürşid olamaz…. Nasihat ise her zaman verdiğimiz ve hiçbir zaman üzerimize alınmadığımız bir yabancı nesne gibi.
Rahmetli Hilmi Doğan Ağabeyimi, aziz dostumu vefatından bu yana anlatan yazılar okuyorum. Gazetemizde ihlâslı, olgun, faziletli, şair, istikamette ve kimseye bir fenalığı olmayan hilm sahibi bir ağabey sıfatları dizildi. Fakat bütün bunların yanında onun bir özelliği bizim belleğimizde ve tefekkür dünyamızda daha çok yer etmiştir. Belki de bize öyle geliyor, onunla olan uzun soluklu seneler süren sohbetlerimizden ve yaptığı Risâle-i Nur derslerinden dolayı…
Hilmi Ağabey, Risâle-i Nurları iyi okumuş, imanî meselelerin künhüne, derin kudsî mânâlarına ulaşmaya muvaffak olmuştur. İşte bu muvaffakiyetten dolayıdır ki, her zaman okumayı, Risâle-i Nur okumalarını devam ettiriyordu.
Her sohbetimiz Risâle-i Nur’un izah ve isbat ettiği iman hakikatlarının derunî mânâlarına, kudsî ve ulvî mertebe ve feyizlerine uzanan tatlı bir haz ve marifetullahın verdiği lezzetle biterdi.
O Risâle-i Nurların hedef ve gaye manalarıyla anlamış, kendi nefis ve şeytanını susturarak kendisini mürşid yapacak iman ve Kur’ân hakikatlarını yaşamaya hayatında muvaffak olmuştur.
O Risâle-i Nurları mânâlarını derinliklerini bilerek okurdu. Üstadı Bediüzzaman’ı bilerek anlatırdı. Cemaatin sırrına ve şahs-ı manevinin ehemmiyetine uygun yaşardı.
Ben müteyakkız ve müşfik bir ağabeyimi, gençler mütefekkir ders yapan ağabeylerini, Risâle-i Nurlar kendisini anlayan ve anlatabilen bir muhatabını kaybetmiştir. Başımız sağolsun. Mekânı Üstadımızın yanında Cennet’ül Firdevs olsun, aziz hemşehrim ve muhterem ağabeyim…
14.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|