Kâinatın insana mülk olması
“Bir insan, Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.”1
Yukarıya aldığım cümlede üç konu öne çıkıyor: İnsanın Allah’a halis, yani ihlâslı bir kul olması; kâinatın Allah’ın mülkü olması ve kâinatın ihlâslı bir insana mülk olması.
Bilindiği üzere, mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir. Kâinatta olan, olacak ve olması muhtemel bütün olayların işleyicisi, kudreti her şeye yeten Allah’tır. Âyet-i kerimede belirtildiği gibi, bir yaprağın kımıldaması dahil herşey Allah’ın dilemesi ve bilgisi dahilinde gerçekleşir.
Elbette Allah, dilerse ve isterse, kâinatta geçerli kanunları, sevdiği kulları için değiştirebileceği gibi, kanunları onların arzularına göre de işletebilir.
Bahse konu olan bu tür olaylara şu örnekleri verebiliriz:
* Medayin valiliği görevinde iken, Selman-ı Fârisî (ra), bir gün bir misafiri ile birlikte Medâyin’den yola çıktılar. Yolda karınları acıktı fakat yiyecekleri yoktu. Selman-ı Fârisî (ra), bir geyikle bir kuşu çağırınca, ikisi de geldi. Onlara: “Bu kimseler benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum” dedi. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler. O zât bu işe çok şaşırdı ve “Ey efendim! Geyik ve kuşu çağırdığınızda hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim” dedi. Selman (ra) “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahu Teâlâ’ya itaat eder ve hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder” buyurdu.
* Hz. İbrahim’in (as) ateşte yanmaması olayında, Allah’ın mülkünde bir hizmetçi durumunda olan ateşin özelliği olan yakma işlemi gerçekleşmemiştir. Ateşin yakma özelliği, Allah’ın dilemesiyle Hz. İbrahim (as) üzerinde tecellî etmemiştir. Sanki ateş, Hz. İbrahim’in (as) kendi mülkündeki bir hizmetçisi imiş gibi hareket ederek, ona râm olarak, yakma işlemini gerçekleştirmemiştir.
* 16. Mektub, 4. Nokta’nın üçüncü örneğinde, Üstadın Çam Dağında ağaç dalında sıcak ekmek bulması hadisesi anlatılıyor: “Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfî geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: ‘Git, ekmek getir.’ İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. ‘Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber duâ etmek arzu ediyorum’ dedi. Ben de dedim: ‘Tevekkelnâ alâllah, kal.’ Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: ‘Kardeşim, bir parça çay yap.’
“O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: ‘Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.’
O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfî geldi.”
* Firavun ile Hz. Musa (as) arasındaki olayda da, Hz. Musa (as) denizden geçerken denizin yarılıp yol vermesi, mülkün (denizin) halis bir kula hizmetçi olması; aynı denizin Firavun geçerken kapanıp onu ve ordusunu ifnâ etmesi normal durum mudur?
Demek; “Allah’a abd olana her şey musahhardır. Olmayana her şey düşmandır.”2
Allah’ın en has bir abdi olan Hz. Peygamber’in (asm) namazını kaçırmaması için güneşin geç batması... Taşların elinde zikretmesi... Dağın, ağaçların yürümesi, konuşması... v.b. olaylar da, yukarıdaki cümleyi tamamen destekleyen örneklerin başında zikredilmelidir.
Bunlardan başka bazı velilerin suda yürümesi, Mahmud Hüdayi Hazretlerinin göz kapayıp açıncaya kadar hacca gitmesi, Hz. Süleyman’ın (as) rüzgâra binip seyehat etmesi gibi olaylar bizlere anlatıyor ki, kâinat her şeyi ile insana hizmet edebilir. Tek şart, insanın hâlis bir abd/kul olması.
Konuyu özetleyen bir paragrafla yazımı bitirmek istiyorum:
“İ’lem eyyühe’l-aziz! Her kim kendisini Allah’a mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah’a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah’a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücû ettiğini bilmekle olur.”3
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nûriye, Habbe, s. 111, 1994.
2- Mesnevî-i Nûriye, Habbe.
3- Mesnevî-i Nûriye, Zeylü’l-Hubab.
|