Dünden devam
BİZ BUNLARI ANLATIRKEN…
Biz bunları bir bütün halinde ve ülkenin bölünmez bütünlüğü için gönüllere, kalblere ve akıllara zerk ederken, tahmin ve tasavvur edilemeyecek engellerle karşılaştık. Bunlardan iki tanesi ruh âlemimizde çok etki yaptı. Birincisi: Van’ın köylerinden, yaylalarından ve bazı ilçelerinden şehre gelmiştim. Daima bizim yanımızda yer alan, Van eşrafından iş adamı merhum H. Erol Kuralkan’a uğramıştım. Meşhur çayları daha gelmeden, yazıhanesinde oturan sivil bir zat, bana hitaben “Halil Bey, siz ne zaman burayı terk edeceksiniz?” dedi. Kendimi zor tutarak sordum: “Siz kimsiniz de böyle konuşuyorsunuz?”
Merhum Erol Bey devreye girdi ve dedi ki: “Ağabeyimiz buranın (…) istihbarat başkanıdır.” Bu sefer daha da kızdım ve dedim ki: “Sevgili başkan, beni iyi tanı, benim Üstadımı ve benim babamı iyi tanı. Onlar Ermeni ve Ruslarla çarpışmış gerçek vatanperver kişilerdi. Onların harekâtı, sizin arşivlerinizde vardır. İşte biz o neslin evlâtlarıyız, dört çapulcuya bu aziz toprakları teslim etmeyiz. Bizim harekâtımız tamamen kalblere ve gönüllere hitaptır ve akla kapı açmaktır, müsbet harekettir. Sizlerin çıkamadığı ve gidemediği yaylalarda, köylerde biz varız. Hz. Allah’tan başka ne korumamız var, ne de arabamız. Size düşen, ‘Burayı ne zaman terk edeceksiniz?’ yerine ‘Biraz daha kalır mısınız, filan beldeye de gider orada konuşur musunuz?’ demek olmalıydı. Vatan ve ecdadım adına üzüntü duydum.” Bu sözlerimin akabinde kendisi orayı terk etti. Bunu yorumsuz bırakıyorum. “Arif olanlar anlar bizi”, burayı iyi düşünmeli.
Biz, halkı meşrû ve fikir bazında tenvir ederken, en sağlam kabul ettiğimiz bir kaynağın mensubu böyle deyince hayret içinde kaldım, utanç duydum, çok üzüldüm. Erol Bey beni teselli etti. Ne garip tecellîdir ki, başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere, vatana ve millete Allah için çalışan kişilere hep engeller konulmuş. Bu hazin durum, maalesef hâlâ devam etmektedir. Onun için daima kullandığımız bir tâbir vardır: Pirincin içindeki taşlar, dişlerimizi kıran onlar. Çünkü rengi beyazdır, ayıklanması çok zordur. Meşrû zeminlerde bir ömür boyu koşan insanları durduranlara iyi bakmak ve tahlil etmek lâzım.
Halbuki başta sivil ve askerî istihbarat birimleri, bizim çalışmalarımızı gayet açık olarak bilirler. Çünkü bizim çalışmalarımızda gizlilik olmamış ve olmaz da. Yangın var, yangın gizli söndürülür mü? Bütün bunlara rağmen, her yerde, o gün ve bugün okuduğumuz ve ülkenin bölünmez bütünlüğü için ilâç olarak, devletin ve milletin beka bulması için anlattığımız eserlerden, yerlerden bazı parçalar:
NİÇİN KARDEŞLİK?
21. yüzyıla mührünü vuran ve bütün dertlere derman sunan, büyük İslâm mütefekkiri, şarkın yalçın kayalıklarında gözlerini dünyaya açan, vatan müdafaasında mümtaz talebeleriyle Rus ve Ermeni istilâcılarına meydan okuyan, büyük mücahid Hz. Bediüzzaman, Hucurât Sûresi onuncu âyeti serlevha yaparak muhteşem bir eser ortaya koyar.11 Şarkta gezerken, özellikle o bölgelerde yaptığımız sohbetlerde, verdiğimiz seminer ve konferanslarda, mutlaka bu eserdeki paragraf ve pasajları, çarpıcı misâller ve elimizdeki belgelerle sunmuşuzdur ve bu bölümler halkın büyük teveccühüne mazhar olmuştur.
ARAP BİRLİĞİ VE IRAK
Ülfet ve duyarsızlık bir hastalık, vurdumduymazlık daha büyük bir hastalık. Çünkü “Vurdumduymaz, hakikî Müslüman olmaz” fevkalâde bir tesbit. Niçin? Zira, kardeşimiz Irak, ABD işgalinin 5. yılına girecek. Bir mânâda Irak’ta çeşme suyu ve kaynak suları akmıyor. Tek kelime ile kan akıyor. Aile hayatı, iş gücü, emniyet, adalet, samimiyet, devlet, asayiş ve idare tamamen bitmiş ve bir çeteler ülkesi haline, nereden bakarsan bak bir vahşet diyarı haline gelmiş.
Hz. Bediüzzaman’ın 100 yıl önce “Musibet seyyiâtın neticesi, saadetin mukaddemesidir”12 Yani “Hataların neticesi, yeni bir saadetin başlangıcıdır” demiştir. Keşke böyle olsa... Keşke bu elim hadisâttan ders alsalar, bu dersi her ehl-i iman arzu eder. Fakat maalesef, Ortadoğu’daki, İslâm dünyasının içindeki yabancı güçler, ajanlar, psikopatlar, münafıklar, içinde daimi kin ve adavet taşıyanlar ve İslâmı tam bilmeyen adamlar, muhteşem müjdelere ve sonsuz ümitlerimize takoz koymaktadırlar.
Çünkü Şubat 2006’da Kahire’de toplanan “Arap Birliği Dışişleri Bakanları Olağanüstü toplantısında” alınan kararlar ve konuşulan konular, şeffaf ve istikbale ait değil. Çok cılız, silik ve dengesiz bir toplantı. İşgalin dördüncü yılında tarifi imkânsız katliâmlar, yıkımlar olmakta, namuslar pâyimâl olmakta iken, toplanan bu bakanlar (nasıl bakanlarsa!), yaptıkları açıklamada Irak ile ilgili şunları söylüyor: “Irak seçim sonuçları araştırıldı.” Başka hiçbir satır yok. Bu kadar siyahlaşmış karanlık gözler.
Bir ABD yetkilisi, belki bundan biraz daha geniş konuşabilirdi. Esef ve hayret verici bir açıklama. Bu beyanat, beni, ABD’de bulunduğum 1988 yıllarına götürdü. Orada tanıştığım üniversiteli gençlerin çoğu, Irak, Ürdün, Mısır, Sudan, Suudi Arabistan, İran, Pakistan ve emsâli âlem-i İslâm ülkesinden idi. Bunlar yıllar sonra İslâm ülkelerinde bürokrat oldular. Maalesef kendi ülkelerindeki, vahşet ve dehşet için beyânât veremiyorlar ve mücadele yapamıyorlar. Demek ki; millî hasletlerini ve ulvî duygularını orada bırakıp gelmişler, maşa ve figüran olmuşlar. Türkiye’de ve sınırlarımızdaki son gelişmeler bu manzarayı ortaya koyuyor.
Biraz daha geriye gittiğimizde, 1950 yıllarında DP iktidar döneminde, Hz. Bediüzzaman’ın Menderes hükûmetine gösterdiği hedeflere de muvafık bir şekilde, merhum Adnan Menderes Bağdat Paktı’ndan önce Ortadoğu turlarına ve istişarelerine çıkar. İran, Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan Pakt’a karşı şiddetli cephe alırlar. Bu durum karşısında Türkiye ve Irak 24 Şubat 1955’te Bağdat Paktı’nı imzalarlar. Kısa bir müddet sonra da 4 Nisan 1955’te İngiltere, 23 Eylül 1955’te Pakistan ve 3 Kasım 1955’te de İran, Bağdat Paktı’na katılırlar. Böylelikle Bağdat Paktı, “CENTO” adını alır.
Bu iyi niyetlere rağmen, başta Rusya olmak üzere, dış güçler bazı gafil Arap liderleriyle fitneyi başlatırlar. Bu Pakt’a “İsrail’e yardım” gibi iftiralara başlarlar ve 21 Nisan 1956’da da Mısır-Suudi Arabistan-Yemen savunma antlaşması imzalanır. Ortadoğu’da Bağdat Paktı’na mukabil bir blok ortaya çıkmış olur. İttihadın düşmanı zındıka komiteleri de harekete geçer. 14 Temmuz 1958’de Irak’ta General Abdülkerim Kasım, bir darbe ile Irak’ta yönetimi ele geçirir. Kral Seyyid Faysal başta olmak üzere, iktidar üyelerini acımasızca öldürür. 2 yıl sonra da Türkiye’de C. Gürsel başkanlığında 27 Mayıs 1960 ihtilâli gerçekleşir ve ihtilâlciler, başta merhum Adnan Menderes olmak üzere, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gibi devlet adamlarını hunharca idam ederler. Ve İslâm dünyası büyük bir kaosa girer.
Takip ediyorum. O gün bugündür... Süper güçlerin oyuncağı ve karargâhı haline gelen bu ülke toprakları, peygamberlerin irşat için geldiği ve mukaddes kitapların nazil olduğu mekânlar. Başımı ellerimin arasına alarak, âlem-i İslâmdaki iktidarların tutumunu derin derin düşünüyorum. Talabani ve Saddam birer kukladır. Hedefleri ittihad-ı İslâmı bozmaktır. ABD’nin göstermelik kukla başkanları olduklarının en aşikâr delili, Saddam Hüseyin’in idam edilmesi olayıdır. Talabani hem imza atmıyor, atamıyor, hem de Müslümanların bayram sabahında hunharca idam edilmesine ses çıkaramıyor, mani olamıyor. Yılların akışı şunu gösteriyor ki, ABD gayesine vasıl olunca Barzani ve Talabani’nin sonu da hüsrandır ve eski liderler gibi bir akibete uğrayacaklardır. “Kan yerde kalmaz” derler.
Devlet-i Aliye-i Osmaniye’den yine dış güçlerin teşvikiyle ayrılan ve 1921’de devlet adı alan Irak, hiçbir gün berhudar olamadı. Entrikalar, katliâmlar, ihtilâller durmadı. Kardeş kavgası, fitne-fesat devam etti. Makam, madde ve intikam hırsı, onların her şeyini alıp götürdü. Ayrıca Osmanlı gibi bir koruyucuya ve bir ağabeye ihanetin cezasını hiç durmadan çektiler.1921’den 2007’ye kadar Irak’ın tarihçesine bakıldığında başa gelen ve getirilen liderler maalesef acı sonlarla ve bazı gizli sırlarla hayata veda etmişlerdir.
Takriben 500 yıl önce, büyük hünkârımız Yavuz Sultan Selim Han, sanki bu günleri görür ve silinmeyen, eskimeyen bir Osmanlı turrâsı vurur:
İHTİLÂF Ü TEFRİKA ENDİŞESİ,
KÛŞE-İ KABRİMDE HATTA BÎKARAR EYLER BENİ.
“İTTİHADKEN SAVLET-İ A’DAYI DEF’E ÇAREMİZ;
İTTİHAD ETMEZSE MİLLET, DAĞDAR EYLER BENİ.13
“İMAN EDERİM Kİ”
Irak’taki ve bazı İslâm beldelerindeki bu elim hadisâta ve siyah bulutlara rağmen, âlem-i İslâm ülkelerinde maddî ve mânevî sahalarda inkişaflar birbirini takip etmektedir ve edecektir. 1900’lü yılların başında Bediüzzaman Hazretlerine soruyorlar: “Acaba kâinatta, şu meclis-i âli-i İslâm, şu sergerdan küre şehrinde bir intizamı daha bulamayacak mıdır?” Yani bir ümit ve müjde yok mu?
Bu suale cevaben diyor ki: “İman ederim ki, umum âlem-i İslâm, millet-i insaniyede ve Âdem kavminde bir meclis-i meb’usan-ı mukaddese hükmüne geçecektir. Selef ve halef, asırlar üzerinde birbirine bakıp mabeynlerinde bir encümen-i şûra teşkil edeceklerdir. Fakat, birinci kısım olan ihtiyar babalar, sâkitane ve sitayişkârane dinleyeceklerdir.”14
Netice itibarıyla; çağımızın büyük İslâm mütefekkiri Bediüzzaman Hazretlerinin, takriben 100 yıl önce Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ve Peygamber Efendimizin (asm) mânevî ruhaniyatının ilhamıyla ortaya koyduğu tesbitler, bugün kabul görmüş ve kısm-ı azamı bir tablo halinde Müslümanların önünde sergilenmektedir. Gerek İslâm alimleri, gerekse siyaset dünyasının liderleri Hz. Üstad’ın bu emsalsiz düsturlarını hayata geçirseler, âlem-i İslâmın bahtı daha da aydınlanacaktır. Gelmekte olan nesl-i cedid bu hakikatleri hayata geçireceklerinden çok ümitvârım. Çünkü 1900’lü yılların başında üç beş İslâm devleti varken, 2007 itibarıyla görüldüğü gibi 57 İslâm ülkesi sahneye çıkmıştır. Kendi öz varlıklarına döndükleri ve sarıldıkları vakit, müjdelerin ayrı bir sahifesi yeniden açılacaktır ve açılmaktadır..
MEVLİD-İ ŞERİFLERDEKİ İTTİHAD-I İSLÂM
Hz. Bediüzzaman’ın çeşitli aralıklarla 18 yıl kaldığı Van şehrimizde 1900’lü yılların başlarından 2007 yıllarına kadar iman ve Kur’ân hizmeti deruhte edilmiştir. Her yıl, bir evvelki yıldan daha çeşitli kollar ile faaliyetini daha da artırmıştır. Elbette saff-ı evvel hizmet erbablarına yetişmek mümkün değildir. Elbette yoklukların, zorlukların, takip ve tevkiflerin, zulüm ve işkencelerin olduğu dönemler ile şimdiki bahar mevsimindeki Kur’ân hizmeti çok farklıdır. Bunlar hizmetlerin derinliğine inildikçe ve tarihi okudukça anlaşılır.
İslâmî ve Kur’ânî çerçevede 1925-1950 yılları arasındaki Türkiye, diğer tarihlerle kıyaslanmayacak derecede zorbalıklar ve yıkımlarla karşı karşıya kalmıştır. 1950-1980 yılları arasındaki demokrat hükümetleri de halktan soğutmak için akıl almaz işler ve dolaplar çevrilmiştir.
1975 -1980 tarihleri arasında Van ilimizde Hz. Bediüzzaman’ı sevenler ve onun talebeleri tarafından verilen, başta Peygamber Efendimiz (asm), Hz. Bediüzzaman ve şehitler için büyük Mevlid-i Şerifin içinde her cihetle organize görevini yaptık, hiç kimsenin burnu kanamadı ve asayişi ihlâl eden hiçbir olay olmadı ve fırsat da vermedik. Organizede birlikte çalıştığımız 15 genç arkadaşımız, gece gündüzü birbirine katarak büyük bir gayretle, fedakârlıkla, küçük bir vakıf evinde binlerce misafiri ağırladılar. Mevlidler bir bayram yerini andırıyor ve ırkçılığı ortadan kaldırıyordu.
O tarihlerde bizim gibi Van’da bulunan, Van eşrafından muhterem Selahaddin Akyıl, muhterem Raif Zernekli, merhum Erol Kuralkan, merhum Molla Hamit, muhterem Fevzi Aras, merhum Nizam Apaydın, muhterem Ahmet Kutlu, merhum Abdullah Çayırlı, muhterem molla Ahmed Yücel ve emsali gönül kahramanları ve muhterem Van halkı, binlerce misafire maddî ve mânevî sahip çıktılar. Akşam evlerine, bir, hatta iki otobüs misafir götürenler vardı. Misafir vermediğimiz kişiler yakamızı tutup “Nerede bizim misafirlerimiz, evdeki hanımlarla bizi dövüştürme” diyorlardı. Van’da ikamet eden 12 aşiret mensubunun kısm-ı azamına misafirler verdik, yaylalara köylere misafirler gönderdik. Van Kalesi, Erek Dağı ve Van Gölü bu kadar kalabalık, muhteşem, müsbet ve sevgi dolu topluluğu hiç görmemişti.
12 Eylül İhtilâlinden sonra Van’daki mevlidler de yapılmaz oldu, çoklarının bunları vicdanen düşünmesi lâzım. Ayrıca daha sonraki yıllarda Ankara Kocatepe Camii’nde Yeni Asya Gazetesi tarafından deruhte edilen mevlitler de şimdiki siyasîlerin “izinlerine” takıldı ve halen yapılmamaktadır. Bir çok maniler ortaya koydular. Her neyse, manzara ve görüntüler ortada.
Devam edecek
Dipnotlar:
11. Bütün Mü’minler kardeştir. Hucurat 10.ayet
12. Rüyada hitabe. BSN. Tarihçe-i Hayat.
13. Tarihçe-i Hayat.BSN.
14. B.S.N. Münâzarât s 121 Yeni Asya Neş.
|