Sigarayı "elektronik sigara" ile bırakmayı düşünenlere önemle duyrulur.
Sakın ha, denetim dışı yapılan reklâm ve tanıtımlara aldanıp da bu yeni merete sempati ile yaklaşmayın.
Yaklaşmayın ve de hiç, ama hiç bulaşmayın.
Yaldızlı reklâm spotlarında anlatıldığı gibi, e–sigaranın zararsız olduğunu gösterecek ortada herhangi bir ilmî araştırma yok.
Üstelik, tıpkı tütün gibi e–sigarada da belli bir oranda nikotin var.
Nikotin, böcek öldürücü bir madde olduğundan, insan bedenindeki hücreleri de öldürür, mahveder.
Dahası, alışkanlık ve tiryakiliğe yol açar. Özendirir.
Bu durum, hem yeni başlayanları, hem de sigarayı bırakmış olanları aldatma/yanıltma riski taşıdığından, son derece tehlikelidir.
Asıl gayesi, sigarayı bıraktırma, nikotinden uzaklaştırma falan değildir. İsrafı önlemek hiç değildir.
Zira, onun da sürekli para ödenerek değiştirilmesi gereken ağızlığı, kartuşları, pilleri var; şarj ihtiyacı var, vesâire... Hepsi de para...
Yani, hem faydalı olduğu ilmen tesbit ve teslim edilmiş değil, hem de israf ciheti âşikâr ortada.
Buna göre geriye ne kaldı?
Düşünce ve kanaatimizi açıkça ifade edelim: Geriye, tüketime dayalı yeni ve tehlike riski hayli yüksek bir başka savurganlık furyası ihtimali kalıyor.
Evet, insanlık maalesef yeni bir tüketim furyasının tehlikelerle dolu dumanıyla karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
Aman ha dikkat diyoruz; yağmurdan kaçarken doluya tutulmayasınız.
(NOT: Daha geniş bilgi için "haberx.com"da yazan Dr. A. R. Küçükusta'nın konuya dair yazılarına müracaat edebilirsiniz.)
GÜNÜN TARİHİ 14/15 Aralık 1971
Eşref Edib'in "Said Nursî" makalesi (1)
1882'de Serez'de (Orta Makedonya) dünyaya gelen Türk matbuatının mücahit kalemi Eşref Edib Fergan, İstanbul'da vefat etti.
Eşref Edip, Üstad Bediüzzaman'ın sâdık dostu, Risâle–i Nur'un samimî bir müdafiî olarak da bilinir.
Bu meyanda birçok makale ve eseri vardır.
1908'de, önce Sırat–ı Müstakim, daha sonra Sebilürreşad ismiyle mecmua neşreder. Aynı isimle bir de matbaa kurar.
Said Nursî ile ilk tanışmaları tâ o yıllara kadar gider. Yaklaşık 50 sene müddetle, dostluk ve kardeşlik münasebetleri devam eder.
Hayatta iken, Üstad Bediüzzaman'ı ve kudsî dâvâsını neşriyat yoluyla müdafaa etmekten geri durmayan Eşref Edip, o mübarek zâtı vefatından sonra da anlatmaya ve dâvâsını savunmaya devam eder.
İşte, onun bu takdire şâyân hizmetlerinden bir nümûne–i misâl.
1963'te Sebilürreşad yayınları arasında neşrolan "Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk: Tenkid ve Tahlil" isimli broşürün ilk sayfalarında—Bediüzzaman'ın vefatının 3. yıldönümü münasebetiyle—Eşref Edib'in şu tahlili yer alır:
Bediüzzaman Said Nursî
Bir asra yakın zaman yaşayan bu mübarek zat, 23 Mart 1960'ta (25 Ramazan 1379) Urfa'da Rahmet–i Rahman'a kavuştu.
Cenaze namazı Ulu Cami'de kılındı, Halilürrahman Dergâhı'na defn edildi. Allah, gani gani rahmetine mazhar eylesin.
Bu nadide ve kıymetli varlığın şahsiyetini, mesleğini, eserlerini tetkik ve tahlil etmek, üzerinde muhtelif noktalardan işlemek, teşhisine çalışmak, ilmî ve içtimaî bir vazifedir.
Vefatının üçüncü Ramazan'ı olmak münasebetiyle, bu hususta ilmî bir tahlil ve tenkitte bulunmayı münasip gördüm.
Şöhreti memleketimizin ve tâ Hindistan'a kadar İslâm dünyasının her tarafını kaplayan, Almanya'da nâmına enstitü açılan bu zât kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Muhtelif halk tabakaları arasında şâyân–ı hayret derecede kuvvetli rabıtalar (bağlar) husûle getirmesinin sırrı ne idi? Bu bir tarikat mı? Bir cemiyet mi? Yoksa siyasî bir teşekkül mü?
Gerek idarî, gerek adlî olarak, bu hususta çok takipler yapıldı. Derin tetkikler, uzun ve müselsel (zincirleme) muhakemeler cereyan etti.
Ne tarikat, ne cemiyet, ne de bir siyasî teşekkül olduğu hakkında herhangi bir neticeye varılamadı. En ufak bir delil bile elde edilemedi...
O halde ne idi?
Bir savcının (Afyon savcısının) tahminine göre, memlekette lâakal 500–600 bin kişi nasıl olmuş da bu zâtın etrafında toplanmıştı? Ve bu âdet, günden güne neden artıyordu?
* * *
Evet, ortada bir topluluk vardı. Fakat bu topluluk, kànunun müdahale çerçevesine girmiyordu.
Bir cemiyet gibi programı, teşkilâtı, âzası yoktu. Bir parti gibi siyasî bir programa ve teşkilâta tâbi değildi. Kazıyye–i muhkeme haline gelen mahkeme kararıyla, bu cihet tebeyyün ve tahakkuk etmişti.
Böyle maddî yollardan gidilmek şartıyla, daha senelerce tahkikat ve tetkikat yapılsaydı, yine bir neticeye varılamazdı.
Çünkü bu, gönüllerde yaşayan ruhî bir rabıta idi.
Belki de, devr–i sâbık (tek parti) hükûmetleri, üzerine fazla gitmekle bu işi alevlendirdi, genişletti, önüne geçilemez bir hale gelmesine sebep oldu.
İstibdat ve diktatörlük zamanının Dahiliye Vekilleri, bu harekete "irtica" damgasını vurabilmek için çok çalıştılar. Fakat, muvaffak olamadılar.
Hapisler, nefiyler, taarruzlar, kitle halinde tevkifler, muhakemeler... Hiçbir şey kâr etmedi. Bilâkis, bunlar şöhretinin yayılmasına hizmet etti.
Ortada mesuliyeti mucip, kànuna aykırı hiçbir şey yoktu. Ortada, yalnız bir "Risâle–i Nur" vardı.
Bu Risâleler, elyazısıyla yüzlerce, binlerce nüshası etrafa dağılıyordu.
Bu Risâleler, toplatıldı. Mahkeme yoluyla, ehl–i vukufa tetkik ettirildi. Yine, kànuna aykırı hiçbir şey görülmedi.
Yüzlerce mahkeme kararıyla da, bu hakikat teyid edildi.
(Devamı var)
14.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|