Mü’minlerin tevekkül ve kanaati yanlış anlayarak tembellik/uyuşukluk zindanına düştükleri bir vâkıâ. Hapse düşen, kurtulmanın yollarını arar. Tembellik, uyuşukluk zindanı da müebbet değildir. Şu halde nefsimizin ve şeytanın esaretinden firar etmeliyiz.
Bizi uyuşukluk zindanına atan; tuhaf bir gerekçe var: Başkasının tembelliğinden görenek fırsat bulup, hücum eder, belimizi kırar. Biz de, ‘Ey tevekkül edenler, yalnız Allaha tevekkül edin/güvenin’ olan koruyucu kal’ayı, himmetimize, gayret ve çalışmamıza sığınak1 yapmalıyız.
Altından kalkamayacağımız bir mesele ile mi karşılaştık? Paniğe kapılmamıza gerek yok. Hemen yanıbaşımızdaki imdat düğmesine basabiliriz: Tevekkül!
Arz ve semanın Sultanı, mele-i alanın sakinleri melekleri imdadımıza gönderecektir! Ancak Ona güvenmeliyiz. Çünkü, “O, kendisine güvenen herkese yeter.”2, “Ey Resûlüm de ki: ‘Allah bana yeter. O’ndan başka İlâh yoktur. Ben yalnız O’na güvenirim. Çünkü O, büyük Arş’ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.”3
Tevekkül, her şeyi Ona havale edip sırtüstü yatmak değildir. Böyle bir tutum, tevekkül değil, tembelliktir. Tevekkül, Kâinat Sultanının koyduğu kanunlara, sebeplere müracaat ettikten, gerekli şartları yerine getirdikten, elinden gelen çabayı gösterdikten sonra sonucu Ona havale etmektir.
“Biz neden Allah’a tevekkül etmeyelim ki? Gireceğimiz yolları bize O gösterdi. Bize verdiğiniz her türlü ezâ ve sıkıntıya sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah’a dayanıp güvenmelidirler.”4
Doğru tevekkül, bizi sevginin sonsuz gücüyle karşılaştırır. Rabbimiz, Kutlu Elçisi şahsında şu emri verir bize: “Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever.”5
Tevekkülün hemen yanıbaşında kanaat gelir. Ancak, onu da yanlış anlamamalı: “Tamam, çalıştım, bu kadar kazandım, yeter!” demek, kanaat değildir. Çalışmayı yaptıktan sonra sonucuna razı olmaktır, memnun olmaktır, mutlu olmaktır. Ve çalışmaya devam etmektir.
Tevekkül kaderle de bağlantılı. Kadere iman ne kadar yüksekse, tevekkül o derece güçlüdür. Çünkü, tam bir tevekkül ile Rabbine yönelen, yalnız Ondan yardım dileyen bir kul olur. Böylece sebeplerin peşine takılmaktan, olayların oyuncağı, insanların kölesi olmaktan kurtulur. Bu, ulvî bir hazzın ve muhteşem bir gücün enerjisini almak demektir. Ve stresten de o nispette uzak yaşarız.
***
Fransız sosyolog, çöl hayatını incelemeye karar vermiş. Koyun sürüsü olan çobana misafir olmuş. Bir ara çıkan bâd-ı semum denen zehirli çöl fırtınası, sürüsünün yarısını götürmüş. Sosyolog:
“Adam artık hasta olur, yataklara düşer!” diye düşünmüş.
“Tevekkeltü Alellah! Allah’a tevekkül ettim. Mal Onundur, O mülkünde istediği gibi tasarruf eder!” demiş.
İkinci bir fırtına dalgası, neredeyse diğer yarısını götürmüş.
“Şimdi çıldırır!”
Yine aynı tevekkülle sükûnetini muhafaza etmiş. Bir üçüncü dalgada kalanı gitmiş.
“Şimdi intihar eder!” diye geçirmiş içinden. Ama, o yine tevekkülün sihirli gücüne yapışarak bu fırtınayı da atlatmış. Araştırmacı, “Bu nasıl iş?” diyerek kendisi hayretten çıldırma derecesine gelmiş. Oradan ayrılıp, yolda yine zor durumda kalanların aynı tevekkülün koruyucu ipine yapıştıklarını müşahade edince şöyle yazmış:
“Huzurlu ve mutlu bir hayat sürmek istiyorsanız Müslümanlar gibi tevekkül edin ve kadere inanın!”
Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 137.; 2- Kur’ân, Enfâl 2, Furkan 58; Talâk 3.; 3-A.g.e., Tevbe, 129.; 4- Kur’ân, İbrahim, 12.; 5- A.g.e., Âl-i İmran, 128.
19.12.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|