|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Yine de onlar: "Ey Rabbimiz, hesap günü gelmeden önce bize azaptan payımızı şimdiden ver!" deyip duruyorlar.
Sâd Sûresi: 16
|
19.12.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kim ki, Arefe Günü dilini, kulağını ve gözünü haramdan korursa, iki Arefe arasındaki küçük günahları bağışlanır.
Câmiü's-Sağîr, no: 3631
|
19.12.2007
|
|
Kurban, Sırat’ta sahibine burak olacak
Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı, âlem-i ervah ve rûhâniyat için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehâsin ve in’âmattan istifade etmeye muvâfık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.
Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rû-yi zemin, hususan bahar ve yaz zamanında, masnûât-ı sağîrenin taifelerine öyle şâşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakât-ı âliyede olan rûhâniyâtı ve melâikeleri ve sekene-i semâvâtı seyre celb edecek bir câzibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütâlâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.
Fakat bu ziyâfet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbâniyedeki ism-i Rahmân ve Muhyî’nin tecellîlerine mukabil, ism-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevtle karşılarına çıkıyorlar. Şu ise, “Rahmetim herşeyi kaplamıştır” (A’râf Sûresi, 7:156.) rahmetinin vüs’at-i şümûlüne zahiren muvâfık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvâfakati vardır. Bir ciheti şudur ki:
Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir tâifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksut olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet îtibarıyla, dünyadan merhametkârâne bir tarzla tenfîr edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor; ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevkengîz, ruhlarında uyandırıyor.
Hem o Rahmân’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehâdet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâkî vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbâniyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı rûhâniye ve onların istidatlarına göre bir nevî ücret-i mâneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın; dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.
Sözler, 17. Söz, s. 185
Lügatçe:
âlem-i ervah: Ruhlar âlemi.
şehrâyin: Şenlik.
garâib-i nukuş: Hayret verici nakışlar, süsler
in’âmat: Nimetlendirmeler.
mücehhez: Donatılmış, cihazlanmış.
masnûât-ı sağîre: Küçük sanatlar, mahlûklar.
sekene-i semâvât: Semânın sâkinleri, yaşayanları.
mütâlâagâh: Etraflıca inceleme ve okuma yeri.
vüs’at-i şümûl: İçine alma ve kaplamanın genişliği.
meyelân-ı şevkengîz: Şevk verici istek, neşe dolu arzu.
baîd: Uzak.
|
Bediüzzaman Said NURSÎ
19.12.2007
|
|
“Bediüzzaman’ın eserleri, mânevî şahsiyetinin de ispatı”
Ankara’daki Asya-Nur Kültür Merkezi’nde düzenlenen seminerde, Yeni Asya Yönetim Kurulu üyesi Ali Vapurlu, “Bediüzzaman’ın mânevî şahsiyeti”ni anlattı.
Seminerin açış konuşmasını yapan Yeni Asya Yönetim Kurulu üyesi Sami Cebeci, Asya-Nur Kültür Merkezi’nde her hafta seminer ve sohbet toplantıları düzenlendiğini belirtti. Seminerlerin; iman, insan ve kâinata dair insanlığın ve ülkenin sosyal problemlerinin çözümlerine dair olduğunu belirten Cebeci, bu çerçevede konunun uzmanlarının düzenli olarak dinleyicilerle buluşacaklarını ifade ederek, Ankaralıların gösterdiği ilgiye teşekkür etti.
Daha sonra söz alan Ali Vapurlu ise; yüz yirmi dört bin peygamberin dâvâ ve mücâdelesinin, Allah’ı anlatmak ve İlâhî mesajı insanlığa bildirmek olduğunu, Kur’ân-ı Hâkîm’in son Peygambere gelen en son ve en kâmil İlâhî beyân olduğunu belirtti.
Peygamberimizin (asm), ümmetine, “Size iki şey bırakıyorum, bunlara sarılırsanız necât bulursunuz; biri Allah’ın kelâmı olan Kur’ân, diğeri de Ehl-i Beytim” dediğini ve “Ehl-i Beyt”ten maksadın, Peygamber Efendimizin (asm) sünneti ve onu en güzel şekilde yaşayan, Peygamber vârisi müceddidler olduğunu nazara veren Vapurlu; Bediüzzaman Said Nursî’nin de, Peygamberimizin (asm) işâret ettiği her devirde gelecek olan bu mânevî şahsiyetlerden biri olduğunu ifâde etti.
Çağımızın hiçbir dönemle mukayese edilemeyecek kadar dehşetli fitne, musîbet, helâket ve felâketlere mâruz kaldığını kaydeden Ali Vapurlu, Bediüzzaman’ın geçmiş asırların müceddidlerinin ve mânevî şahsiyetlerinin hususiyetlerini de üzerinde topladığını belirterek, bunları altı özellikte izâh etti.
Dünya, Risâle-i Nur’u okuyor
Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu iman ve Kur’ân hizmetinin cihânşümûl olup, topyekûn İslâm âlemine ve dünyaya yayıldığını da kaydeden Ali Vapurlu şöyle konuştu:
“Bugün Risâle-i Nur, dünyada kırka yakın dile çevrilmiş. Dünyanın her tarafında bu eserler tercüme ediliyor ve okunuyor. İslâm coğrafyasında ve değişik kıt’alarda insanların Risâle-i Nur’u okumaları, araştırmaları ve Risâle-i Nur’la İslâm’a girip imanlarını takviyeleri, Bediüzzaman’ın mânevî şahsiyetinin yüksekliğine delil olduğu gibi, eserlerinin de makbuliyetinin ispatıdır. En son otuz devletten, dünyanın değişik köşelerinden, muhtelif üniversitelerden yüzlerce ilim adamının Bediüzzaman’ın eserlerini konuşup, Risâle-i Nur’un insanlığa sunduğu Kur’ânî metodu müzâkereleri, bunun açık ifâdesidir…”
Mânevî mücahedede Bediüzzaman modeli
Çağımızda, âyet ve hadislerin haber verdiği bütün âhirzaman alâmetlerinin artık açık bir sûrette göründüğünü kaydeden Ali Vapurlu, ayrıca Bediüzzaman’ın, taşıdığı hususiyetler itibariyle “âhirzaman müceddidi” olduğunu ifâde etti.
Peygamberimizin (asm), “Hz. Âdem (as) ile Kıyamet arasında gelen en büyük fitne Deccal fitnesidir” uyarısına dikkat çeken Vapurlu, Bediüzzaman’ın izâhıyla, dinsizliğin dehşetli iki cereyanının âhirzamanda baş göstereceğini, bunlardan birisinin “inkâr-ı uluhiyet” olan kâinatın Yaratıcısını inkâr olduğunu, diğerinin de “inkâr-ı nübüvvet” olan Resûlullah’ı, Kur’ân’ı ve İslâm’ı inkâr olduğunu hatırlattı.
Bu iki tahripçi harekete karşı, geniş dâirede Hz. İsa’nın (as) mânevî şahsiyetinin önderliğinde mücadele verileceğini, İslâm dairesinde ise İslâm şeriatını ve şeâirini tahribe kalkışan tahripçilere karşı Kur’ân nurundan çıkan mânevî cihadla mücâhede edileceğini dinî delilleriyle tasrih eden Vapurlu, Nur Risâlelerinin, Kur’ân’ın temel dâvâsı olan, tevhid, haşir, nübüvvet, adalet ve ibâdeti ispat ettiğini, bu zamandaki iman zaafına ve mânevî tahribata karşı mânevî tâmirât vazifesi gördüğünü belirtti.
“Bediüzzaman modeli”nden söz ederek, Bediüzzaman’ın mânevî mücâhedesinin iman hizmeti etrafında formüle edilebileceğini ifade etti. Bu çerçevedeki iman ve Kur’ân hizmetinin, hiçbir zaman dünyayı ve siyaseti hedef almadığını, devleti, makamları ve menfaati ele geçirme gâyesi gütmediğini açıkladı. Ancak müceddid olması hasebiyle Bedüzzaman’ın, iman hizmetiyle birlikte toplum ve siyâsetin ıslâh ve istikâmetine dair düsturlar beyân ettiğini de ifâde etti.
Bediüzzaman, Meşrûtiyeti
İslâmiyet nâmına alkışladı
Ali Vapurlu, seminerinin sonunda, Bediüzzaman’ın, hayatının her safhasında istibdada karşı olduğunu, Kur’ân’ın “şûrâ” ve “meşveret”i emreden âyetleri istikâmetinde Meşrûtiyet-i Meşrûa’yı, hürriyet-i şer’iyyeyi, bugünkü tâbiriyle demokratik cumhuriyeti alkışladığını; insan hak ve hürriyetlerini ve insan dışındaki varlıkların hukukunu da daima savunduğunu misâlleriyle anlattı.
Bedüzzaman’ın, “demokratlığı” esas alan ve Ahrarlardan sonra Demokratların ülke idâresinde bulunmasını belirleyen içtimâî prensiplerinin, yine onun ifâdesiyle, “vatan, millet ve İslâmiyet nâmına” olduğunu özetledi.
Bediüzzaman’ın ittihad-ı İslâm hedefini, medeniyetler çatışmasına karşı ‘medeniyetler buluşması’nı teşvik eden görüşlerini ve “iki Avrupa” tasnifini beyân etti. Eserlerindeki içtimâî ölçülerin, ifrat ve tefritten uzak, “siyasal İslâm” ve “İslâm adına şiddet” gibi radikal sapmalara karşı panzehir hükmünde prensipler manzumesi olduğunu dile getirdi.
Kur’ân’ı ve Sünneti yaşamak; sabır ve sebatla İslâmı anlatmak için Bediüzzaman’ın altı bin sahifeyi aşkın Risâle-i Nur Külliyatını okumanın, istikametli, tâvizsiz hizmetin ifâsında önemli olduğuna dikkat çekti.
Verilen “ikram molası”ndan sonra, Ali Vapurlu, dinleyicilerden gelen soruları cevaplandırdı.
|
YENİ ASYA
/ ANKARA
19.12.2007
|
|
Nurdan duâlar
Allahım!
Senin rahmet ağacının en lâtîf, en şerif, en mükemmel ve en güzel meyvesi olan, âlemlere rahmet olarak ve Senin rahmet ağacının âhiret yurdu üzerine sarkan en süslü, en güzel, en parlak ve en yüce meyvelerine, yani Cennete ulaşmamıza vesîle olarak gönderdiğin zâta salât ve selâm eyle.
Allahım!
Seçtiğin Peygamberinin hürmetine, bizi, anne ve babamızı Cehennem ateşinden koru. Bizi, anne ve babamızı iyilerle beraber Cennete koy. Duâmızı kabul buyur.
Sözler, s. 88
***
Allahım!
Risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (asm), onun hidâyet yıldızları olan Âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et. Âmin, âmin, âmin.
Sözler, s. 119
|
19.12.2007
|
|
Hilmi Doğan Ağabeyin ardından
Duruşunla bakışınla taşırdın vakar
Ayrılışın derinden içimizi yakar
Sular da bir mecrâya doğru akar
İsmin ile müsemmâ idin Hilmi Ağabey.
Nasip olmadı seni tanımak yakından
Hep ayrı kalmıştın evinden, barkından
Lâyıkıyla gelmişsin talebeliğin hakkından
Resûlullah’a, Üstada kavuştun ağabey.
Bir ömür boyu koştun dâvâya hizmete
Şimdi icabet ettin Hak’tan gelen davete
Dünya meşakkatinden kavuştun rahmete
Nurlu olsun kabrin Hilmi Ağabey.
Çehren nurlu, bakışlarında vardı hilim
Hizmet ehlini anlatmaya yetmez dilim
Her fani gibi sana da geldi ölüm
Ruhun şâd olsun ey sâdık ağabey.
Kulluk vazifeni itmam ettin bihakkın
Meyvelerini yemek senin de hakkın
Hilmi Ağabeye Fatihaları unutmayın sakın
Razı olsun Allah (cc) senden ağabey.
İlme irfana başka idi görüşün, bakışın
Sana H.Yazgan gibi olamadık yakın
Şevke getirdi bizi senin hizmet aşkın
Rahmet-i Rahman’a gittin ağabey.
Çamdağı tepelice ile gittin o zamana
Şükür talebe oldun Üstad Bediüzzaman’a
Nurlarla elhamdülillah kavuştuk tahkiki imana
Rabbim hizmete bizleri de daim etsin ağabey.
|
Hasan YEŞİLKAYA
19.12.2007
|
|
“Ne tevekkül, ne ihlâs, ne rıza!”
Atiye Hamsî anlatıyor:
Bir gün babam, İbrâhim bin Ethem Hazretleri ile karşılaştı. Selâmlaştılar.
Babam dedi ki:
“Biz okuduklarımızı yazıyoruz. Yaşadıklarımızı yazıyoruz. Ama sen yazmıyorsun. Sen de yazsan iyi olur.”
İbrahim bin Ethem Hazretleri dedi ki:
“Üç şeyle meşgulüm. Henüz bunları aşamadım. Bunları aştıktan sonra belki ben de sizin gibi yazarım.”
“Nedir bunlar?”
“Biri tevekküldür. Benim rızkımı Allah’ın verdiğine, O’nun rızkıma kefil olduğuna, O’nun bütün işlerime vekîl olduğuna inanmam, rızık için ve hayat için O’na güvenmem hâli. Bunu aşmak üzereyim.”
Babam sarsıldı.
“Diğeri nedir?” dedi.
“Diğeri ihlâstır. Yaptığım her şeyi O’nun için yapmam hâli. Bunu da aşabileceğime kanaatim geliyor! Fakat şu üçüncüsü yok mu? Belimi büken üçüncüsü. Onu henüz aşamadım ve aşabileceğimi hiç zannetmiyorum. Tek korkum budur.”
Babam titremeye başlamıştı.
“Nedir o?” diye sordu.
“Rızâdır. O’nun takdirine ve taksîmine râzı olmam, O’nun kader ve kazâsına teslim olmam. Rab olarak O’ndan râzı olmam hali. Ah ne zor şey bu! Ne zor mertebe bu! Kalbim teslim olsa, nefsim baş kaldırıyor! Gönlüm râzı olsa, aklım itiraz ediyor! Ben O’ndan henüz râzı olamadım! Ben buna yanıyorum!”
İbrahim bin Ethem (ks) böyle söyledi ama, hem kendisi ağladı, hem babamı ağlattı.
Babam:
“Biz senin bulunduğun makamdan ve halden o kadar uzağız ki...” dedi. “Ne tevekkül, ne ihlâs, ne rızâ!... Biz bu makamların çok uzağındayız!”
Babam hüngür hüngür ağladı.
(Onların Âlemi, s. 295)
|
Süleyman KÖSMENE
19.12.2007
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|