Evvelki gün başlayıp, dün hızlanan bir hareketlilikle, hacca niyet eden bütün mü'minler Arafat’a yöneldiler. Şu an orayı mekân tuttular. Dün geceden beri, günlerce, aylarca, hatta senelerce hasretiyle tutuştukları Arafat Dağının eteklerinde asûde anı yakalamaya çalışıyorlar.
Peygamberimizin (asm) yaktığı meşale ile nurlandılar. Gece boyunca ibadetle, duâyla ve İslâm’ın derdiyle dertlenen bir teessürle kandillendiler. Nuranîleştiler.
Milyonlarca mümin, haşrin provasına hazır gibiler. Aynı heyecan, aynı idrak ve niyetin tezahürü olan bir kalbîlikle Allah’a sığındılar, istiğfarda bulundular ve uyumadan, kalbî hüşyarlıkla manevî dünyalarında istirahat ettiler.
Aynı kefene sarılmış ihramlı mü'minler ve onlara eşlik eden mü'mineler, beraberliklerinin dünya ve ahiret buluşmasına şahitlik edecek en müstesnâ haliyle muhabbet bağlarını rıza yolunda pekiştirdiler.
Geride bıraktıkları aile fertlerine, dostlarına, mü'minlere ve insanlığa en özel duâlar yaptılar. Enfüsî yolculuklarına çıktılar. Yürüdüler, Arafat’ın nesimî havasını koklarcasına, derinden nefes alırcasına, yutarcasına ve peygamberî haşmeti görürcesine fısıldayan ses dalgalarına takıldılar.
Veda hutbesini dinlediler. Peygamber ordusunun zafer duâlarını ve fetih müjdelerini işittiler. Rahmet dağına yakınlaştılar. Dokundular. Onunla hem hal oldular. Ondan, tarih hafızasına sığmayan ruhanî terbiyeyi aldılar.
Beraberce namaz kıldılar. İkram sofraları, Halil İbrahim bereketinde misafirlere/hacılara yapılan ikramlardan yediler. Aslında yemeye ve içmeye ihtiyaç yoktu. Onlar toktu. Tatmin olmuş bir anın, zamanı durduran bir saatinde haşmetin bütün azametine malik İlâhî ikramlarla doymuşlardı.
Bugün Arafat günü. Öğleye kadar, bütün kılıçlarını kuşanmış, komutanın “arş” emrini beklercesine, fetih merasiminin en rahmanî vaktine seferber olmuş bir ruh ikliminde vakfeye durmakla hemhal bir atmosfer içindeler.
Cemaatle kılınan öğle namazı, birleştirilmiş ikindi namazı, yarım günün en hususi abdiyetine verilmiş özel bir mükâfat ve kolaylık olarak, hacıları zamanın girdabından alıp, ubudiyetin devam eden akışına emanet edilmiş bir hikmet pırıltısı olarak canlanıyor kalplerde, ruhlarda ve tarifi imkânsız duygularda.
Arafat’ın mübarekliğine, dağın ruhanîleşen varlığına, Bediüzzaman; “..dünyanın en mübarek dağı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacıların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i merhume namıyla şöhret-şiâr olan ümmet-i Muhammediyeyi tarif ediyor” dediği mânâyla âyete işarette bulunur.
Rahmet ümmeti, Muhammed (asm) ümmetidir. Rahmetin yağdığı, herkesin zemzemlenen dünyasıyla temizlendiği, annesinden doğmuş gibi affedildiği, alî ruhların daha da yüceldiği bir rahmet havzasında yıkandılar.
Arafat, akan bir nehir gibidir. Okyanusu kendindendir. Tecellisi zâtından olan Rabbin en mümtaz ve serfiraz bir mükâfatlandırma merasimidir. Herkesin bayramda eşitlendiği, padişahın lütfuna mazhar olduğu bir af beyannamesidir.
Yine Risâleye dönelim; “..Nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, amcası Ebu Talip ile deveye binip, Arafe civarında Zilhicaz nam-mevkie geldikleri vakit, Ebu Talip demiş: ‘Ben susadım.’ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm inmiş, yere ayağını vurmuş, su çıkmış, Ebu Talip içmiştir.. Muhakkikînden birisi demiş ki: Şu hadise nübüvvetten evvel olduğundan, irhasat kabilinden olmakla beraber, bin sene sonra aynı yerde Arafat çeşmesi çıkması, o hadiseye binaen bir keramet-i Ahmediye (a.s.m.) sayılabilir.”
Arafat çeşmesinden su içmek, aza ve cihazlarımızı onunla doyurmak, zemzemî berekette ve nezafette günahlardan arınmak ve yeni bir döneme başlamak, kana kana vücut sıvımıza sermaye yapmak, peygamberî kaynağa bağlanmakla hasıl olmaktadır.
Mü'minler bunu yaşadılar. Nihayet vakfeye durdular. Bütün çadırlar, heyetler, kafileler, kendi lisanlarıyla Arefe diline teslim oldular. Duâların teessürî nedameti, ümit dolu muhabbeti ve Peygamberle taçlanmış mekânda bağlılık safveti, göz yaşlarını sel yapıp taşırdı. İnşirah için, tıkanmış muhabbet ve şefkat damarlarını açarcasına kalplerdeki husûmeti ve “kan pıhtısı”nı alıp götürdü.
Şimdi hacılar, Arafat’ta kabul edilmiş bir haccın mesakinine devam ediyorlar. Akşamın gündüze veda edeceği dakikada, nuranîliğin Müzdelife’ye düşecek yolculuğuna ve geçici iskânına doğru revan olacaklar.
Bugün, gökyüzünün bizi okşayan hali, rahmet dağından asûmanı saran ve buharıyla bize dönen tahavvülâtıdır.
19.12.2007
E-Posta:
[email protected].
|