Kendi önüne atılırcasına koşar adım Ona gitmek, edeben geri durup, kalben ve hissen bedenin önüne düşmek ve “Yâ Resûlullah! Kabul buyur bizi!” demek, bunu dedirtecek an ve saadete erişmek, dünyanın geride kaldığı en ulvî haz ve lezzettir.
Çünkü, bütün kâinat Onunla yaşıyor. Ona dahil oluyor. Onunla hayat buluyor. Bu mevcudat kafilesine dahil olmak, bu insanlık kervanına müdavim olmak, bu ebedler ebedi yolculuğa katılmak, elbette şereflerin en büyüğü, hatıraların en azizi ve liyâkat kesbetmenin en müstesnasıdır.
Geriden de olsa, koşup yetişmek, izini bulmak, yoluna revan olmak, kadrine ulaşmak, kokusunu hissetmek, Onun izini ve yüzünü gösterecek tecellîlere bakmak, tefekkür etmek, doyumsuz anlara açılmak, gerçekten kudsiyetin terbiye edici vasfıyla Allah’ın bir lütfü ve hidayet nimetinin bir tezahürüdür.
Kâinat, inşa edilmeden ibdasını yaşarken, hatta öncesinde ruhlar âleme teşrif etmeden, Kâinatın Sahibi, Onun adına ve hatırasına halk etmişti her şeyi. Her şey Onun hürmetine yaratılmıştı. Son gelen, en evvel düşünülmüştü.
Kâinatın meyvesi ve insanın ise, en şerefli temsilcisiydi. Onunla anılan bir rahmet vardı. Âlemlere rahmetti. Kâinatın şefkat kolları, Onun “Ümmeti! Ümmeti!” diyen kucağındaydı.
Kâinat, Onun hatırına yaratılmıştı. Görevini yapmak üzere, Onun doğumuna hazırlanıyordu. Onu karşılamaya, kâinat diliyle Ona “Hoş geldin” demeye çalışıyordu. Hikmet ehlinin gözünden kaçmayan bu harikalar, istikbalin nübüvvet mührünü taşıyacak zâta bir hürmetti, bir ihtiramdı, bir mukabele idi, hususî bir karşılamaydı.
Hazreti Hacer ve oğlu İsmail’e verilen zemzem nimeti, o bölgeye hayat katmıştı. Zamanla Yemen’den gelen Cürhüm kabilesi, Zemzemle birlikte inşa edilen Kâbe’ye zarar verince, Allah’ın gadabı şiddetli olmuştu. Cezalarını çekmişlerdi. Zemzem suyu, gelen sellerle birlikte kaybolmuştu.
Dede Abdulmüttalip, üç asır sonra rüyadaki müjde ve tavsiye ile zemzemin yerini bulmuş, Cürhümlülerin eşyalarını ve altınlarını gömdükleri kuyuyu açmış ve zemzem bereketi, Mekke’yi tekrar canlandırmıştı. Bulunan altından put, Kâbe’nin onarımına harcanmıştı.
Kâinat, yeniden doğacak masum toruna ve bunu hisseden Mekke reisi Abdullmüttalip’e rehberlik ediyordu.
Kâbe’yi tahrip etmek isteyen, Mekke’yi boşalttırıp, cazibe merkezi olmaktan çıkarmak isteyen, Bizans İmparatorluğundan aldığı destekle Kulleys Kilisesini şatafatla inşa eden ve Kâbe’yi nazardan düşürmek isteyen Yemen valisi Ebrehe’nin saldırısı da, kâinatın yeni bir hazırlığıydı Resûlullah’a (asm).
Zira, Habeş kralının dillere destan Mahmut isimli büyük fili, Mekke girişinde yürümemeye başlamış. Daha doğrusu, geriye, sağa-sola giden filin Mekke’ye yönelmemesi, kâinatın bir ikazıydı Ebrehe’ye ve eblehlere.
Bunu anlayamadılar, ebabil kuşları üzerlerine taşlar yağdırdı. Gagalarında ve ayaklarında tuttukları taşlarla “Bomba”lar yağdırdılar. Taş bombaları, akabinde kuvvetli bir yağmur ve sel, alıp götürdü bütün kirleri ve kapıya dayanan zulmü.
Fil Sûresinde, “Onların tuzaklarını boşa çıkardı mı?” denir. Onları perişan eden sonuca işaret eder.
Kâbe, Hazreti İbrahim’in hanif dinini devam ettiren nezih bir çizgiye, saf bir sülûka yol veriyordu. Onu devam ettirecek son peygambere hazırlık yapıyordu.
Onun doğumuna 54 gün kala, Kâbe Abdülmuttalib’in himayesinde torununa, Peygamberimize hazırdı.
Abdulmüttalip, Mekke’yi işgal etmeye ve Kâbe’yi yıkmaya çalışan Ebrehe’den develerini iade etmesini isterken, Kâbe’nin müdafaasını yapmadığı için alaya maruz kaldığında ve küçümsendiğinde; “Ben, sahip olduğum develer adına konuşuyorum. Kâbe’nin sahibi ise Allah’tır” demişti.
“Kâbe’yi bana karşı kimse koruyamaz!” diyen Ebrehe’ye en manidar sözü söylemişti: “Onu korumak Allah’ın işidir. İşte sen, işte Allah!” hiddetinde bulunmuştu.
Kâinatın sahibi olan Allah, Hazreti Ademle ilk inşası yapılan Kâbe’yi korumuş, Habibine hazırlamıştı.
Kâbe, 1400 yıl sonra, aynı heyecan, ruh ve mânâ ile Ebrehe’lerden korunmuş bir hususiyette ziyaret edilmekte ve Hac mevsiminde ibadetlerin mertebece en küllîsi ile emaneti korumaktadır.
Bu günler, Hac şuurunda idrak gerektiren bayram arefesi.
16.12.2007
E-Posta:
[email protected].
|