|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
O müşrikler, şurada hezimete uğratılacak bölük pörçük bir ordudur.
Sâd Sûresi: 11
|
16.12.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Merhamet ediniz ki, size de merhamet edilsin. Başkasını affediniz ki, affedilesiniz. Söz dinlemeyenlere yazıklar olsun. Yaptıkları işin kötü olduğunu bile bile onda ısrar edenlere yazıklar olsun.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 538
|
16.12.2007
|
|
Hürriyetler asrında ‘hürriyet-i vicdan’ı ihlâl
İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani, “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır.
Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette “Yaşasın Cehennem” dedirten “mimsiz medeniyet”perestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhâldir.
“O bize yollarımızı dos doğru gösterdiği halde, bize ne oluyor ki Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız ezâlara sabredeceğiz. Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler.” (İbrahim Sûresi, 14:12.)
Bu yakınlarda ehl-i ilhâdın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir sûret aldığından, çok bîçare ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine tecavüz nev’înden, bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mâbedimde hususî bir iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. “Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki:
(...)
Birincisi: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usûlle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünkü böyle husûsî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz.
İkincisi: Nev-î beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde, hemen umumiyetle hükümfermâ “hürriyet-i vicdan” düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev-î beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette—saklı kalmayacak—sizden sorulacak. Ne cevap vereceksiniz? Yirmi hükûmetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde; nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmaya çalışıyorsunuz?
Mektûbat, s. 416
Lügatçe:
ehl-i ilhâd: Hak yoldan sapanlar, dinsizler.
istihkar: Hakir görme, küçümseme.
lâdinî: Din dışı, dinle alâkası olmayan.
|
16.12.2007
|
|
Kar yazıları
Kar yazıları - 1
Dün, yaşadığım şu diyarlara bu sene için ilk defa kar yağdı. Ve ben de tam yağarken dışarıdaydım. O an Rabbimin sonsuz hikmetini rahmete dönüştüren her bir kar tanesini elimde tutmak istedim. Ama pek başaramadım takdir ederseniz.
Bir ara tipiye dönüştüğünde kar yağışı, ufku açık yüksekçe bir yerden izleme fırsatı buldum. Bir anda milyonlarca hatta milyarlarca ve her biri ayrı san'atlı kar tanesi yere düşüyordu ve bir diğer anda milyonlarcası eriyordu.
Her bir kar tanesi ayrı bir meleğin temâşâ âlemi olmalıydı. Vakıa yağmur damlası için geçerli olduğunu biliyordum, ama o anda kar tanesi için de geçerli olmalıydı. Kâinatta israf yoktu ve her bir kar tanesi bir hikmete binâen gönderiliyordu.
Ne yazık ki bizim tefekkür menzilimiz büyüklerimizinki kadar geniş ve yoğun olamıyor. Hâliyle onlarınki kadar verimli sonuçlara varamıyor. Neyse ki onların açtığı yolda, onların düşüncelerinin izinde tefekkür dediğimiz sırrı biraz olsun yaşayabiliyoruz. Buna da şükür.
Kar yazıları - 2
O günkü yoğun kar yağışında tevhîd çağrışımları yankılandı zihnimde.
O kadar san'atlı, her biri ayrı kristal yapıda olan donmuş su damlacıklarının her biri ayrı bir lisanla sanki “Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin dizgini O’nun elinde, (bizim düşüşümüz bile, düştüğümüz yer bile) her şeyin anahtarı O’nun yanındadır…” diye zikrediyorlardı.
Eğer öyle olmasaydı hakikaten çok büyük bir israf olurdu. Eğer öyle olmasaydı, yere düşünce eriyerek yok olan her bir kar tanesi içinde son derece geniş bir ilim, hikmet, hatta kudret var olmalıydı. Eğer öyle olmasaydı, her bir kar tanesi, hem diğer bütün kar tanelerine hükmetmeli, hem de diğer bütün kar taneleri tarafından hükmedilmeliydi.
Meselâ; bir milyonuncu kar tanesi, aynı anda düşmekte olan milyonlarca kar tanesine; ben “Şu yerden şu saniyede şuraya düşeceğim” diye haber vermeli, aynı anda diğer milyonlarca kar tanesinin cevabını aldıktan sonra bu sefer düşeceği koordinatları söylemeli, “Bana yaklaşmayın ki kartopu olmayalım” diye emirler vermeli... Ve her an bu şuur ve ilim gerektiren işleri, haberleşmeyi yapıyor olmalıydı. Diğer milyonlarca–belki milyarlarca—kar tanesi için de aynı şey geçerli olmalıydı.
Böylesine saçmalıkları yazarken cümleler bile mantıktan yoksun oluyorlar. Ve tevhîde inanmayan insan “zalim ve cahil” sıfatlarına hakikaten liyakat kazanıyor.
Oysa her bir kar tanesi tek bir Alîm-i Sâni-i Hâkim’in emirber neferi olduğunda işler hem kolaylaşıyor, hem karma karışıklıktan (kaostan) kurtuluyor, hem de israf olmaktan çıkıyordu. Çünkü O Alîm-i Ezelî her bir kar tanesinin ne zaman, nereye, nasıl düşeceğini–hatta önceden, ezelden—biliyordu. Çünkü O Sâni-i Sermedî her bir kar tanesinde var olan ve hemencecik kaybolup giden o san'atın tek ve gerçek san'atkârı idi. Çünkü O Hâkim-i Mutlak, her bir kar tanesine hükmediyordu. Her bir kar tanesinin her bir atomuna da hükmediyordu. Havadaki bütün rüzgârlara, gezegenimizdeki bütün havaya, galaksideki bütün gezegenlere, uzaydaki bütün galaksilere de O hükmediyordu.
Böylece tevhîde inanan insan, kar tanesinin başında kartopu olup patlamasından korkmadığı gibi, galaksilerin birbirine geçip, bomba olup patlamasından da çok korkmuyor. Her bir kar tanesi vesilesiyle Rabbine şükrettiği gibi, gezegenleri galaksileri de başıboşluktan kurtarıyor ve Kadîr-i Zülcelâl’in emir dinleyen bir ordusuna terfi ettiriyordu. Ve insan bu şekilde “Ahsen-i takvîm” ve “Halîfe-i Zemin” sıfatlarına liyakat kazanıyor.
Kar yazıları - 3
Kar yağışı bir mutluluk dalgası şeklinde yayılıveriyor gönüllerimize. Ve hemen hemen her insanda bir ufak tebessüm oluşturuveriyor.
Yıllar önce küçük bir çocukken yazar ya da şair olma sevdasıyla karaladığım şeylerin arasında kar için “en soğuk sıcak şey” demişim. Bugün o çocuksu ifadenin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Soğukluğuyla insanın içini ısıtma kabiliyetine sahip olan bir şeydir kar yağışı. İnsanın gönül âlemine sanki her bir kar tanesinin tesbihâtının sıcaklığı yayılıverir. Veya kar tanelerine nezaret eden meleklerin Rablerini takdîs ederken deyim yerindeyse bestelediklerine inandığım manevî bir musikî sanki bizim gönül tellerimizi de titreştirir.
Kâinata bu nazarla bakınca insan, abesiyet ve boşluğun yerini hoş bir şenlik ve hikmetli bir faaliyetin aldığını görüyor. Ve bu da insana tam vakıf olamayacağı bir mutluluk, bir huzur veriyor. Elhamdülillah…
|
Ahmet Tahir UÇKUN
16.12.2007
|
|
Said Nursî ve Nur Talebeleri Risâleleri nasıl okurlardı?
Risâle-i Nur eserlerinin yazarı Bediüzzaman Said Nursî kendi eserlerini acaba kaç defa okumuştur? Günde kaç sayfa risâle okurdu? Peki risâleleri nasıl okurdu?
Lâhikalardan ve son şahitlerden anladığımıza göre bu soruların cevabını vermeye çalışalım.
Bediüzzaman Said Nursî’nin yakın talebelerinden merhûm Bayram Yüksel Ağabey “Boş vakit geçirmezdi” derdi. Ona göre, Üstad, “Hiçbir zaman mübarek vaktini boş geçirmez, ya okur, ya tashihle meşgul olur veya okutturur, dinlerdi.”
Yine ona göre, Bediüzzaman, “Sadece Risâle-i Nur’la meşgul olurdu.” Devamla, “Üstadımız, Risâle-i Nur’un hizmetini herşeye tercih ederdi. Hiçbir zaman başka kitaplarla meşgul olduğunu görmedik. Daima Risâle-i Nurların neşri, telifi, tashihi, okuması, yazması ve lâhika mektupları gibi hizmetlerle meşgul olurdu” derdi.
Yorumunu ise şöyle yapardı: “Bakın, ben başka kitaplarla meşgul olmuyorum. Siz de Risâle-i Nur’dan başka kitaplarla meşgul olmayın. Risâle-i Nur size kâfîdir.” Merhum Bayram Ağabeyle ilgili diğer hatıralarımızı başka yazılara bırakıyorum.
Nur Talebeleri risâleleri kaç defa okumuşlardır?
Peki Risâleleri nasıl okurlardı?
Said Nursî risâlelerin, Nur Talebeleri de Üstadın aynası diyebilir miyiz?
Bu soruların cevaplarını, Bediüzzaman’ın bazen “Nur Kumandanı”, bazen “Kur’ân Aşığı” diyerek hitap ettiği Refet Ağabey’den öğrenmeye çalışacağız.
Refet Ağabey dershanemize geldiğinde, “Ders yapalım mı?” dediğimizde, memnuniyetle karşılardı. “Nereden okuyalım?” dediğimizde tercih yapmazdı. Hepsini dinlerdi. Biz de haşir ve kader gibi ağır konuları seçerdik. Sözü haşir meselesine getirmek için de,
“Haşir Risâlesinden okuyalım mı?” dediğimizde ise,
“Muğlaktır, ama okuyun” derdi. “Muğlak” demesi çok tatlı ve çok hoştu. Farklı bir telâffuzu vardı.
Haşir ve kader gibi konular muğlaktı. Yani anlaşılması biraz zordu. Bu arada Üstad’la arasında geçen konuşmayı sorardık. O da bizi kırmaz ve anlatmaya başlardı:
“Haşir meselesi, muğlaktır. Bir gün Üstad’a, ‘Onuncu Söz’ü anlamıyorum’ dedim. Üstad da sordu: ‘Onuncu Sözü kaç defa okudun?’ Ben de ‘on defa’ dedim. Üstad, ‘Kardaşım ben yüz defa okumuşum, daha da okuyorum.’ Sorduğuma utandım. O kendi yazdığı kitabı bu kadar okursa, biz kaç defa okumalıyız? Tekrar okumaya başladım.”
Refet Ağabeyden yolculuk sırasında nasıl risâle okuduğunu sorduğumuzda ise, kitabı eline alıp göstererek anlatmaya başladı:
“Otobüse, dolmuşa veya vapura binince risâleyi açıp okumaya başlardım. Kitabı yukarı kaldırırdım.”
“Kitabı niçin yukarı kaldırıp okuyorsunuz?”
“Böylece yanımdakilere ve arkamdakilere de kitabı okutmuş olurdum.”
“Sayfa bitince ne yapardınız?”
“Göz ucuyla takip ederek yanımdakilerin de sayfayı bitirmelerini beklerdim.”
Nurlara büyük bir sadakatle bağlanan Refet Ağabey, “Risâle-i Nur’un en bariz hâsiyeti, usandırmamak; yüz defa okunsa, yüz birinci defa yine zevkle okunabilir” derdi. Bu sözü Üstad’a yazdığı bir mektupta da ifade etmiştir. Bediüzzaman da ona, “Pek doğru demiş” diyerek karşılık vermiştir (Kastamonu Lâhikası, s. 166).
Üstad Said Nursî ve talebelerinin hayatları böyle geçmiş.
Önce tekniğe meydan okurcasına risâleleri, altı yüz bin nüshayı elle yazmışlar.
Sonra teksir makineleriyle çoğaltmışlar. Arkadan matbaalarda basmışlar.
Okumuşlar, okutmuşlar...
Bütün olumsuz şartlara rağmen!.
Yollar dikenlerle döşenmiş ve ayağınız çıplak olsa, o yollardan geçmek zorunda olsaydınız, ne yapardınız?..
|
Ahmet Özdemir
16.12.2007
|
|
Bir an bile Ya Rabbi
Verdiğin her bir şeyi vesile kıl rahmete
Senin rızan yolunda katlan her bir zahmete.
Tereddüt etme güven, İlâhî adalete.
Saptırma adaletten bir an bile Ya Rabbi.
Yaratılanı hoş gör, hor, hakir görme onu
Doğruluktan ayrılma, hayr olsun işin sonu.
Berekete sebeptir, çok önemli bu konu.
Saptırma doğruluktan bir an bile Ya Rabbi.
Bir kör kuruşun bile sorulacak hesabı.
Bir milim sapsan bile celbedersin gazabı.
Berzahta ve mahşerde tadacaksın azabı.
Unutturma hesabı bir an bile Ya Rabbi.
Dosta da düşmana da döktürme yüzsuyunu.
Yanlış arkadaş seçsen oynar sana oyunu.
Dost görünen düşmanlar, kazıverir kuyunu.
Güldürme düşmanları, bir an bile Ya Rabbi.
Sahip ol iyi koru, emanettir mal ve can.
Yaşadığın bu dünya, gelip geçici bir han.
Harama yaklaşırsan belâ gelir anbean.
Yaklaştırma harama bir an bile Ya Rabbi.
Tevekkül ve rızayla geçersen harekete
İktisat ve kanaat sebeptir berekete.
Hırs ile kalkma sakın değmez bunca zahmete.
Nefse kul etme beni, bir an bile Ya Rabbi.
Verilen nimetleri, kem gözlerden uzak tut.
Zekât ve sadakanı verirsen budur umut.
Kahhar-ı Zülcelâl’e havale et ve unut.
Uzak tutma hayırdan, bir an bile Ya Rabbi.
Ticaret tehlikeli, saparsan hak, hukuktan
Başın belâya girer vazgeçersen kulluktan.
Beklediğin bu güneş, doğmayacak ufuktan.
Haktan ayırma beni, bir an bile Ya Rabbi.
Dağıtılırken rızık, uyuma uyanık ol
Nasibine duâ et, budur ancak çıkar yol.
Helâlinden kazansan, olursun dosdoğru kul.
Hiç ayırma helâlden, bir an bile Ya Rabbi.
Her şey hayra vesile olacak inşaallah.
İhsanını lütfuyla, versin Cenâb-ı Allah
Hayırda israf yoktur, harca fîsebîlillah
İsrafa sokma beni, bir an bile Ya Rabbi.
Haram lokma geçmesin boğazından hiçbir an.
İktifa et helâlle tevekkül et her zaman
Takva kalesine gir; halin olmasın yaman.
Günaha yaklaştırma bir an bile Ya Rabbi.
|
Mehmet Kovancı
16.12.2007
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|