Brüksel’de toplanan, Avrupa Birliğine üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları zirvesinin sonuç bildirisinden, Türkiye’nin memnun olmadığı ortada. Bildiride, Türkiye’den ‘tek cümle’ ile bahsedilmesi ve üye ülke temsilcilerinin Fransa’nın baskısına boyun eğildiği intibaının uyandırılması da can sıkıcı.
Türkiye’nin ilerlemeye çalıştığı AB yolu, hep inişli ve çıkışlı oldu. Kimi zaman ipler gerildi, kimi zaman ‘zafer’ ilân edilecek başarılı hamleler yapıldı.
Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda, Avrupa ülkelerinde de tam bir görüş birliği yok. Aleyhte olanlar olduğu gibi, Türkiye’yi hararetle savunan siyasetçiler de var. Hatta bazı Avrupalı siyasetçiler, Türkiye’de siyaset yapanlardan daha fazla ‘Türkiye dostu’ imajı çiziyorlar.
Ancak AB zirvesinde alınan son karar, Türkiye’deki siyasetçileri ve işadamlarını da etkilemiş görünüyor. İşadamları, son yıllardaki ihmallerin hesabını sorarken, siyasetçiler de ‘eksiğimiz varsa tamamlarız, AB yolundan dönüş yok’ mesajı vermeye başladılar.
Şu bir gerçek ki, hükümet son aylarda AB konusundaki reformları iyice yavaşlattı. Bunun için belki makul ‘bahaneler’ vardı, ama artık seçimler de geride bırakıldığına göre hızlanmak gerekiyor.
AB zirvesinde alınan kararın medyaya yansıması da garip. Bazı yazarlar, tümden ümitsizliğe kapılarak, AB kapısının kapandığını ileri sürüyorlar. Elbette ‘kriterler’ yerine getirilmeden AB üyesi olma imkânı yok. Ancak bu ‘kriter’leri yerine getirmek imkânsız değil.
Bazı siyasetçiler de “Bizim hedefimiz AB standardına ulaşmak. Üye olmasak da olur” diyorlar. Prensip olarak bu ifade doğru olsa da, ‘üye olmasak da olur’u akla getirdiği için doğru değildir. Tabiî ki maksat AB standartlarına ulaşmaktır. Ama bunun AB üyeliği yolunda adım adım ilerlemeden temin edilmesi mümkün müdür?
Geçmişte Başbakan da “Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz” demişti. Ama gelişen hadiseler “Ankara Kriterleri”nin “Kopenhag Kriterleri”ne hiç benzemediğini de ortaya koymuştu. O halde, kulağa hoş gelen sözlere ve beyanlara fazla itibar etmemek gerektiğini hatırlamak lâzım.
Türkiye’nin AB üyesi olmaması halinde ‘Doğu’ya döneceğini ve bu yönün de ‘karanlık’ olduğu iddia edilmektedir, ki bu, tâ Türkiye gerçeğini okuyamamak olsa gerek. Ekonomik konularda isabetli yorumlar yapan bir yazar, bu konudaki yazısını şöyle noktalamış: “Elveda Avrupa... Selamünaleyküm karanlık dünya!” (Güngör Uras, Milliyet, 15 Aralık 2007)
“Selâm” ile “karanlık dünya”nın bir arada zikredilmesi çok yanlış bir değerlendirme olsa gerek. Çünkü ‘selâm’ aynı zamanda ‘barış’ demektir ve hiçbir zaman ‘karanlık dünya’ ile bağdaşmaz. Yani, eğer Türkiye AB’ye üye olamayacaksa, bunun sorumlusu ‘selâm’ değil, olsa olsa selâmdan ürkenler olabilir.
Dolaylı olsa bile “İslâm ülkeleri”ni karanlık görmek ve bunun sorumluluğunu da “din”e, “selâm”a yüklemek dünya gerçekleriyle de bağdaşmaz. Böyle düşünenler, “selâm”la sabahların kesildiği “tek parti” devrinin hiç muhasebesini yapmazlar mı? Madem o kadar ‘ilerici’ydiler, niçin o yıllarda Türkiye’yi Avrupa ülkeleri seviyesine ulaştırmadılar? Yoksa öyleydi de Türkiye demokrasiye geçtikten sonra mı ‘geri’ye gitti?
Asıl ‘karanlık dünya’ gerçeklerin karartıldığı yerlerdir. Ümitsiz değiliz, ‘selâm/barış’ dolu günler yakındır inşallah.
16.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|