Timurlenk, bakmaları için köylülere bir fil vermiş. Ancak, doymak bilmeyen filden illallah demişler... Hocanın, Timurlenk’e gidip fili geri alması için ricacı olmasını rica etmişler.
Hoca “Birlikte gidersek olur!” demiş.
Topluca yola çıkmışlar. Timurlenk’in kapısına gelince bir bir herkes dağılmış. Hoca içeri girmiş:
“Fil mahzun, yanına bir arkadaş istiyor!” demiş.
***
Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu yaşayan Müslümanlarda hak arama şuuru, en yüksek seviyededir. Zira, kâinatın Sahibinin Hak, Âdil isimlerinin kâinatta ve kendilerinde tecellî ettiğinin şuurundadırlar.
Aynı zamanda, haklara riâyet edenlere büyük mükâfatlar; insan haklarını çiğneyenlere de şiddetli azaplar vaat edildiğini; ayrıca, Âdili Mutlak olan Rabbimizin, kendi hakkını bağışlarken, kul hakkını, yaratılmışların ihlâl edilen haklarını, onlar razı olmadan asla bağışlamayacağını tekrar tekrar vurguladığını bilirler.
Ne ki, bugün bizi meskenet ve zillete düşüren sebeplerden birisi de, hak arama şuurundan mahrumiyettir. Bu yoksunluktur ki, medenî cesaretimizi kırarak fakru zarurete düşürmüş. Bir taraftan da vicdan azabıyla baş başa bırakmış.
Zira, insan medenî-i bittabdır. Yani, tabiat, fıtrat, yapısı itibariyle medenî, sosyal bir varlıktır. İrade sahibi olduğundan da sorumluluklarının idrakindedir. İşte bu iki noktanın, hemcinslerinin hakkını arama, hukuklarını koruma ve kendi hakkını onlar arasında arama mükellefiyetinde1 olduğunun farkındadır.
“En üstün cihad, zalim bir hükümdara hak söz söylemektir”2 dediğini de biliyor. Ve keza sonsuz âleme göç eylemeden önce, “Kimin alacağı varsa, işte malım mülküm gelsin alsın; kime vurmuşsam işte sırtım gelsin vursun” şeklinde hak arama ve aratma dersini en yüce mertebede verdiğini de…
Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Bir millet hukukunu bilmezse, en hamiyetli kişileri dahi müstebit eder.”3 Yâni, hakkımızı bilmez, arama gücünü kendimizde bulamazsak ve var olanlara sahip çıkamazsak, hamiyetli kişileri (gayretli, çalışkan ve özen gösterenleri) de diktatör, baskıcı yaparız. Diğer taraftan, “Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir.”4
Aslında medenî olan insan, hak aramak ister. Fakat, insanın âmâlini dağıtan fikr-i infirâdî (tek başına olmak fikri, ferdiyetçilik düşüncesi) ve tasavvur-u şahsî (şahsî düşünceler) hamiyet ve gayreti öldürür. Yani, hak aramayı yerine getirmeye çalışırken şahsî tasavvur ve ferdî görüşleriyle hareket eder. Bu ise, arzularını, emellerini, ümitlerini dağıtıyor. Sonuçta kişinin şevki kırılıyor ve tembellik döşeğine veya uyuşukluk zindanına düşüyor.
Bu uyutucu, uyuşturucu illete karşı, “İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır”5 olan yüksek gayretli mücahidi onun karşısına çıkarmalı. İnfiradî, yani, yalnız başına kalma düşüncesi ile tasavvur-u şahsîyi, şahsi görüş ve düşünceleri bir kenara bırakıp; hemcinslerimizle yardımlaşma ve dayanışma şuurunu gösterebilmeliyiz.
O zaman ferdî düşüncelerimiz, gücümüz, şahsî tasavvurlarımız diğerleriyle işbirliği yapıp, yağmur damlaları gibi birleşip, katlanarak bir yekûn teşkil ederek; insanlığa daha faydalı bir kıvama gelmeyecek mi?
Dipnotlar: 1- Münâzarât, s. 137.; 2- İbn-i Mace, Fiten, 20.; 3- Münâzarât, s. 28.; 4- Tarihçe-i Hayat, s. 227; Şuâlar, s. 413.; 5- El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:481, no: 4044.
18.12.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|