Kamuoyunun “sınırötesi hava operasyonu”na odaklandığı esnada, yeniden tekrarlanan “başörtüsü yasağı vak’ası” gürültüye getirildi.
Görünen o ki bu yasasız yasak dayatıldığı sürece benzer garip vak’alar devam edecek; tartışmalar sürecek, mağdurlar artacak. Son beş yıldır olduğu gibi...
Ne var ki daha sıra Selânikli Sarkozy’lere gelmeden Ankara’nın Avrupa Birliği müzâkere sürecinde eğitimin demokratikleşmesinde, temel hak ve hürriyetlerde sergilediği tutarsızlık, en başta yine demokrasi ve özgürlüklerin önünü kesmekte, AB yolunu tıkamakta...
Gerçek şu ki Başbakan Erdoğan’ın öğretmenler gününde kompozisyon birincisi Tevhide Kütük’e telefon açıp “düzelteceğiz” diye tesellî vermesine karşılık, Millî Eğitim Bakanı Çelik’in TÜBİTAK’ın Ulusal Bilim Olimpiyatlarında dereceye giren Elif Büşra Doğan’ın başörtülü olarak kürsüye çıkmasına soruşturma açtırması, yaman bir çelişki.
Bu kırılganlıkla hükûmet baştan beri günübirlik yaşıyor. “Yasaksız üniversite”yle işe başlayan yeni YÖK Başkanını ürküterek derhal çark ettiriyor. Popülist politikalarla, “ne şiş yansın ne kebap” taktiğini güdüyor.
Her fırsatta yasakçı YÖK’ten şikâyet eden Millî Eğitim Bakanının, müfredat gereği İslâm’ın beş şartından biri olan namazı öğretmek için öğrencileri camiye götüren Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenlerine soruşturma açtırılmasına seyirci kalmasının ardından bizzat açtırdığı son “türban soruşturması” bunu açık göstergesi...
* * *
Öncelikle şu hususun bilinmesi lâzım. Başörtülü öğrenciye ödülü veren Millî Eğitim Bakanlığı değil, törenin sorumlusu da Bakan değil. O halde Bakanın töreni düzenleyen TÜBİTAK Başkanı Prof. Nüket Yetiş’e “Neden buna izin verdiniz?” diye yüklenmesinin anlamı nedir? Hızını alamayıp, protokoldeki bir milletvekilinin ödül alan öğrenciyle hâtıra fotoğrafı çekmesine dahi “uyarı”da bulunmasının gereği nedir?
Belli ki Bakan Çelik, doğrudan bakanlığıyla ilgisi olmazsa da bulunduğu bir toplantıda bir başörtülü öğrenciye ödül verilmesine sessiz kalmayı, “yasağa karşı olmak” olarak görüyor ve siyaseten “sakıncalı” buluyor!
Bundandır ki öğrenciyi ve öğretmenleri “tebrik” edeceği yerde “tepki” gösteriyor. Kendince yasakçı zihniyetin savunucusu mâlum medya ve mihrakların salvosundan kurtulmak, dahası “yaranmak” hesabına sinirlenip “jet soruşturma” açtırıyor. Peki neden?..
Doğrusu, kompozisyon birincisi öğrenciyi haksız yere sahneden indiren yöneticiler ve Millî Eğitim Müdürü hakkında hiçbir işlem yapmayan Millî Eğitim Bakanı, TÜBİTAK Ulusal Bilim Olimpiyatlarında dereceye giren öğrenciye eşlik eden öğretmen ve idârecileri kapsayan “soruşturma”yla yasakçılarla yan yana hizaya geliyor, aynı kulvara düşüyor!
Bu durumda Bakanın ve hükümetin öteden beri iddia ettiği “yasak karşıtlığı” havada kalıyor? Bu ürkek tavrın yasakçılar tarafından koz ve gerekçe olarak kullanılmasına fırsat verdiriyor. Sahi bundan böyle Bakan, yasadışı yasağa karşı hangi “gerekçe”yi ileri sürecek?
İşin en çarpıcı yanı, Bakanlığın olayla ilgili yazısında, “Öğrencinin başı kapalı sahneye çıkarılması mevzuata aykırılıkla birlikte iyi niyetle bağdaştırılamadığı”nın belirtilmesi.
Bununla Çelik’in başında bulunduğu Bakanlık, açıktan yasakçıların Anayasaya aykırı olarak yasadışı yasağın “yasallaştırması”na destek veriyor. Temelde Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında olmayan kanunsuz “başörtüsü yasağını” onaylamış oluyor...
Sonuçta yanar döner “bir adım ileri iki adım geri” politik atraksiyonlar, hükümetin âdeta temel politikası olmuş. Bu çekingen tâvizkâr tutumla kazanılmış hakları dahi tek tek kaybettiriyor...
* * *
Gelinen noktada hükümet, ne yazık ki el attığı her işte başarısız kalıyor. En iddialı konulardan bile cayıyor; vazgeçmekle kalmıyor, yasakları, özgürlüklerin kısıtlanmasını, haksızlığı ve hukuksuzluğu âdeta “kurumsallaştırıp” daha da katmerleştiriyor.
Şu hale bakın: Başbakanın sırf başörtülü olduğu için sahneye çıkarılmayan kompozisyon birincisi öğrenciyi arayıp “tesellî” ettiği haberleriyle, “Millî Eğitim Bakanından türbana soruşturma” manşetleri peş peşe atılıyor. Buna yeni YÖK Başkanının Meclis Başkanına Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kendisine, “Aman Hocam, bir şey söylersin, ipimizi çekerler!” korkutmalı tembihi ekleniyor.
Anlaşılan o ki hükümet, Başbakanın daha önce itiraf ettiği gibi bu hususta da “bedel” ödemeye hazır değil. Ancak AKP bunu bilmeli ki, bedeli ödenmeden hiçbir hak elde edilemez; demokrasi ve hukuk dışı emr-i vakilerin önüne geçilemez...
Milletin irâde, inanç ve değerleri uğruna sâdece makam ve mevkilerini değil, hayatlarını “bedel” olarak ödeyenler, boşuna mı şehid oldular?
Kısacası siyasette “bedel” ödenmeden hiçbir şey olmuyor. Kaldı ki “bedel” ödemeye hazır olmayanların “bedeli”ni millet “öder”; günü gelir bu “bedel”den kaçınanların biletini keser.
Millet, emânet ettiği irâdesinin hakkını vermeyenlerin “ipini” bir gün mutlaka çeker.
Başbakan ve siyasî iktidar asıl bundan çekinmeli...
18.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|