Kandil Dağını yıkmak, yahut şurada bir kandil yakmak; işte bütün mesele...
Mâlûm, terörist grupların yuvalandığı gerekçesiyle, Irak sınırları içindeki Kandil Dağına bomba yağdırıldı.
Malatya ve Diyarbakır'dan kalkan 40 kadar Türk savaş uçağı, önceden belirlenen hedefleri vurdu; verilen bilgilere göre, dört saat içinde teröristlere ait kampların altı üstüne getirildi.
Başarıyla tamamlandığı anlaşılan bu ikinci büyük operasyondan sonra, acaba gerçek durum nedir?
Yani, meselâ:
* Terör örgütünün beli kırıldı mı?
* Mehmetçik cenazeleri son bulacak mı?
* Artık terör bitecek ve PKK tarihe karışacak mı?
* Şu anki ve bundan sonrası için muhtemel durum–vaziyet öngörüsü nedir?
* * *
Gerek sürdürülen askerî operasyonlar olsun ve gerekse hükümetin gündemindeki kànunî düzenlemeler (pişmanlık yasası) olsun, bütün bunların terör örgütü üzerinde önemli tesirler hasıl edeceği muhakkaktır.
Ancak, yine de örgütlü terör olaylarının son bulacağını söylemek zor.
Zira, bir yandan sınırötesi harekâtlarla Irak coğrafyasındaki dağlara tonlarca bomba yağdırılırken, sınırın bu tarafındaki dağlara da başka türlü bombalar (n)akşediliyor:
Siyasî, unsurî, ideolojik bombalar...
Evet, lâfı hiç evirip çevirmeden ifade edelim ki, bilhassa Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinin dağına taşına, hatta şehir giriş–çıkışlarına varıncaya kadar, hemen her tarafına yazılıp kazınan ırkçılık mânâsındaki "Türkçülük" vurgulu damgalar, hiç şüphe edilmesinki, Kandil Dağına atılan bombalardan çok daha büyük tahribata sebebiyet veriyor.
Aradaki fark ise şudur: Kandil Dağına atılan bombalar terör yuvalarını tahrip ederken, bizim dağ eteklerine yerleştirilen "ırkçılık bombaları"yla bin yıllık kardeşlik–dindaşlık–vatandaşlık bağlarımız tahrip ediliyor.
Evet, hiç şüphe edilmesin ki, bu vatanda Türkçülük yapıldığı müddetçe, Kürtçülük de onu takip edecektir. Maalesef, sosyolojik bir realitedir bu.
Yanlış anlaşılmasın, bunu asla ve kat'a doğru bulmuyor ve tasvip de etmiyoruz. Zira bu, hakka, adâlete, insafa, vicdana dayanan veya insaniyetin, İslâmiyetin tasdikinde olan bir mekanizma değildir.
Belki bu, kandan, kinden ve zulümden beslenen bir etki–tepki halinin bir neticesidir ki, yaklaşık bir asırdır bizi huzursuz eden bu her iki unsuriyetçilik fikrini de red ve hatta tel'in ediyoruz.
* * *
Demek ki, meselenin temeli başkadır.
Bombalamalar, askerî operasyonlar, ancak temeldeki meseleye neşter vurulduktan ve tedâvi çarelerine başlandıktan sonra gerçek mahiyette bir tesir icra edebilir.
Aksi halde, milyarlarca dolar harcanarak yapılmış olan eski neticesiz operasyonlara, bir yenisi daha eklenmiş olunur, o kadar.
O halde, asıl yapılması gereken şey öncelikle ve özellikle şu olmalı: Sınırın ötesindeki Kandil Dağını bombalamayı sonraya bırakarak, gelin evvelâ sınırın berisindeki dağlara bir "kardeşlik kandili" yakalım...
Esasında, bu kandil daha önceleri vardı. Bizi, hepimizi aydınlatıyordu. En az bin sene müddetle bizleri aydınlatan bu kardeşlik kandilleri, ne yazık ki estirilen şiddetli ırkçılık rüzgârlarıyla söndürülmeye çalışıldı.
Şükürler olsun ki, söndürülmeye tam olarak muvaffak olunamadı; ancak, yine de bu kandiller kısmen zayıflatılmış oldu.
Onun için diyoruz ki, gelin önce bu kardeşliğimize sahip çıkalım, içimizde yer etmiş her türlü ırkçılık, bölücülük, unsuriyetçilik illetini söküp atmaya çalışalım. Sönmeye yüz tutmuş kandillerimize sahip çıkalım ve bunların yeniden parlamasına, etrafımızı aydınlatmasına gayret edelim. Şayet gerekirse veya ihtiyaç hasıl olursa, o takdirde Kandil Dağının da ötesine kadar gidelim,varalım, kalalım. Mâzide, dört asır müddetle gidip kaldığımız gibi...
Aksi halde, gazetemizin dünkü sayısında yer alan Hasan Hüseyin kardeşimizin yapmış olduğu röportajın başlığındaki şu müzmin dert ile yaşamaya devam ederiz: PKK biter; 'Kürt sorunu' devam eder, gider...
Hasılı, bu kronik derdimizin asıl ve kesin devâsı, bizleri bin yıldır kaynaştırıp birleştiren "kardeşlik kandili"nin aydınlatıcı tesiridir. Bunun yerini tali durumdaki hiçbir unsur, hiçbir harekât ve faaliyet tutamaz ve alamaz.
GÜNÜN TARİHİ 18 Aralık 1971
Eşref Edib'in "Said Nursî" makalesi (3)
Bundan 36 sene evvel bugünlerde hayata vedâ eden Eşref Edib'in Üstad Bediüzzaman ve Nur talebeleri hakkındaki makalesinden bölümler aktarmaya devam ediyoruz.
İmân ve irfân mektebi
...Nur Talebeleri, Komünizm ve Masonluğu imâna musallat olan iki büyük ejder olarak kabul ederler. Yeryüzünde imansızlığı yerleştiren ve yayan bu iki teşekküldür. İman hudutlarını bunların taarruzundan korumak, her mü'min için bir vazifedir, derler. Onun içindir ki, üniversiteler ve halk tabakaları arasına yayılan Nur Talebeleri, bu iki cereyanla mücadele halindedirler.
...Nur Risâlelerinin ve talebelerinin hedefi, imânı kurtarmak, kalplere İlâhî irfanı yerleştirmektir.
Nur Talebelerinin imânı, irfâna dayanır. Evet, irfân üzerine kurulan bir imân... Cehâletin en büyük düşmanıdırlar.
Bu itibarla, buna bir mektep, bir ekol desek daha münasip olur: İmân ve irfân mektebi...
Bu imân ve irfân mektebinin resmî binası, programı, teşkilâtı, tahsisatı, idaresi, merkezi, şubesi, âmiri–memuru yoktur.
Hiçbir kayda tâbi değil. Yalnız, gönüller üzerine kurulmuş bir müessese...
(Devamı var)
18.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|