Mevlânâ Hazretlerinin tabirlerinde filozof ile muallim zıt şahsiyetlerdir. Muallimlik peygamberlik mesleğidir ve ittiba yolunu seçmiştir. Cüz’î aklını küllî akla teslim etmiştir. Cüz’î aklını küllî akılda eritmiştir ve ırmaklar denizlere karışmış ve kavuşmuştur. Filozof ise cüz’î aklının peşinde her vadiye gitmiş ve aklını ortak bir akla dökememiş ve kanalını denizlere ulaştıramamıştır. Onunkisi iktida ve ittiba olmayıp ibtidadır. Cenâb-ı Hakka ve onun gönderdiklerine ittiba edeceği yerde cüz’î aklıyla Allah’a ve gönderdiklerine kafa tutmaya yeltendi ve kendisini nid ve zıt olarak gördü. Bundan dolayı da nusretsiz kaldı ve cüz’î aklın dar vadilerinde kaybolup gitti. Kur’ân-ı Kerim böyle konformist şairler için ‘her vadide başıboş dolanırlar’ ifadesini kullanır. Filozoloflar da böyledir. Onlar da cüz’î akıllarıyla gûya tahkim ettikleri nefislerinin peşinde vadiden vadiye dolaşırlar da bir türlü yollarını bulamazlar. Ruh çölünde bir türlü yollarını bulamazlar. Bunun nedeni cüz’î akıllarını küllî akla teslim etmeyişleridir. İşte bu cüz’î aklın küllî akılla buluşturulması İslâmiyettir. Ya da teslimiyettir. Mevlânâ Hazretleri meşveret ve şûrâya da böyle bakar. Meşveret cüz’î akılların buluşturulmasıdır. Ortak bir havuza aktarılmasıdır. Şûrâ ise, cüz’î aklın küllî akılda yok olması ve akılların birleştirilmesi ve cem olmasıdır. İslâm, akıllar aynı vadide ve havuzda buluşsunlar diye şûrâyı esas almıştır. Şûrâ temelinde buluşan akıllar küllî aklın barajını oluştururlar da isabet paydası artar. Filozofların peşinden giden Mutezile gibi akımlar da gerçeği parçalı gördüler. Ana yola vasıl olamadılar. Cüz’î aklın önlerinde perde olduğu gerçeğini de göremediler. Maniheizm ve dualizmin pençesine düştüler de fark edemediler. Hakikate kategorik baktıkları için, aklın Tih Çölünden kurtulamadılar. Bundan dolayı Kabil gibi yolunu şaşırmış bir vaziyette kargaların kılavuzluğuna teslim oldular. Türkçe’de ‘kılavuzu karga olan burnu pislikten kurtulamaz’ deyimine mazhar oldular. Aslında karga Kabil’in ilk muallimi idi. Kabil’e mezar kazmasını öğreten odur. Cüz’î akıl itibarıyla zag (karga) insanın öğretmeni olur. Sonra bu cüz’î aklın karşısında, bir belirtisi ma zaga’l basar (göz kayması) hali olan küllî akla işaret vardır. Yani karga’nın (zag) izinde giden aklın karşısında ‘kaymayan (ma zag) akıl’ yer almaktadır. Mevlânâ burada bir cinasla cüz’î akıl ile küllî akıl arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Karganın peşinden giden cüz’î akıl Kabil mesabesindedir.
***
Mevlânâ bundan sonra şöyle der:
Kargaların ardınca giden canı
Sonunda karga onu mezarlığa götürür.
Aman ha, kargaya benzeyen nefsin ardınca gitme,
O mezarlığa götürür, bağa bahçeye değil!
Eğer gideceksen bari gönül ankasının ardınca git,
Seni Kaf Dağına, gönlün Mescid-i Aksa’sına götürsün.
Cüz’î akıl ile küllî akıl mertebeleri arasında fark olduğu gibi, filozof ile muallim arasında da fark vardır. Keza cüz’î akıl mesabesinde olan karga (zag) ile küllî akıl mesabesindeki ma zage’l basar mertebeleri arasında derin vadiler vardır. Burada Mevlânâ’nın Mescid-i Aksa ile Kaf Dağı arasında münasebet kurması çok manidar. Zira, Mescid-i Aksa da ancak uzaklık açısından Kaf Dağı’na benzetilebilirdi. Bilindiği gibi, Kayıp Atlantis diye batık bir kıt’a var. Ve Ortaçağ’da Hıristiyanların Kaf Dağı’na benzer Doğu’da kaybolmuş bir Hıristiyan kraliyet veya devlet efsanesi vardır. Kaf Dağı da Müslüman muhayyilesinin ürettiği efsanelerden birisidir. Ama gerçekten de efsane midir? Kaf Dağı efsane ise, Zülkarneyn nedir? Yapmış olduğu set neresidir? Bana bu benzetme çok şeyler çağrıştırdı. Gerçekten de Mescid-i Aksa (Uzaktaki Mescid) tabiri Kaf Dağı çağrışımlarıyla bire bir örtüşüyor. Zira en uzaktaki mescid tabiri gerçekten de ulaşılması güç bir mesafeyi hatırlatmaktadır. Ve gerçekten de tarih boyunca da Mescid-i Aksa Müslümanların Kayıp Atlantis’i veya Kaf Dağı olmuştur. İlkinde Mescid-i Aksa’yı 88 yıl kaybettiler ve Kayıp Atlantis gibi onun peşine düştüler. Ve modern zamanlarda Mescid-i Aksa yine Kaf Dağı efsanesine büründü. Yine yolunu, izini kaybettik ve gerçekten de en uzaktaki, ulaşılmaz mescid hükmüne geçti. Yahudi inancına göre, Kudüs böyle bir gerçek ve yine böyle bir efsanedir. Bu şehir hem göklerde, hem de yerlerde kurulmuştur. İslâm literatürüne göre de kıyametin başlangıç safhası burada patlayacak ve süreç buradan yoluna devam edecektir. Velhasıl Kur’ân ifadesiyle de Mescid-i Aksa müteşabih ve esrarlı bir mekândır. İstanbul’daki Ayasofya onun kardeşlerinden birisidir. Belki de Mehdi’yi sembolize etmektedir. Esir mabed hükmündedir. İkincisi Şam’daki Menaretü’l Beyza, yani Emevi Camii’dir ve mücedditleri ve Hazreti İsa’yı remz ve temsil etmektedir. Yed-i beyza gibidir. Mescid-i Aksa ile bütün peygamberlerin Hazreti Muhammed’in (a.s.m.) imametinde buluştukları mekândır. Topyekûn vuslat ve buluşmanın alanıdır. Şam, İstanbul’la buluştuğunda Kudüs’ün yolu açılmış demektir. Mabedler, işte kutlu yolcuyu, yani Anka’yı beklemektedir. Anka ise, bütün peygamberlerin ruhudur. Bu ruh, Âkif’in deyimiyle ruh-u mücerret gibi fışkırdığında zorluklar asân olacaktır. Mevlânâ, ‘Kaf Dağına ve Mescidi-i Aksa’ya vasıl olmak istiyorsan, Kaf Dağı ol; yani peygamberlerin mirasına sahip çık ve varis ol’ demektedir. Yol budur bilene, yol budur varana...
20.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|