Cevahir Otel’de yapılan İslâmofobya Konferansı İslâmofobyanın tarihçesine de ışık tuttu. Buna nazaran kimi sunumcular İslâm fobisinin İslâm’ın zuhuruyla denk olduğunu ve onunla birlikte başladığını düşünüyor. Doğrusu da bu olmalı. Kendilerinden bir peygamber bekleyenler gelen peygambere cephe aldılar. Aynen Mesih Aleyhisselâm örneğinde de olduğu gibi. Dolayısıyla İslâm fobisi İslâm’ın zuhuruyla birlikte başlamış ve tarihte önemli dönüm noktaları yaşamış ve aşmıştır. Bi’set bir tarih başlangıcı ise Haçlı Savaşları da dönüm noktalarından birisidir. Soğuk Savaş nisbeten bu fenomenin hiddetini dindirmişse de Soğuk Savaş sonrası mesele yeniden nüksetmiştir. 11 Eylül ise bunun somutlaştığı tarihlerden birisi olmuştur. İslâm ötekileştirilerek ona bir nev'i şeytaniyet vasfı atfedilmiştir. David Frum ve Richard Perle gibiler şerrin kaynağı olarak İslâmı ve İslâmî eğilimleri göstermişlerdir. Yazdıkları kitaplar da bunun tanığıdır.
İslâmofobyayla alâkalı olarak ilk yazılı belgeler 1978 yılına dayanmaktadır. Bu tabiri tazammun eden ilk raporlar İngiltere’de bu tarihte yayınlanmıştır. Böyle bir fenomene dikkat çekilmiştir. O tarihte bir danışmanlık komisyonu İngiliz hükümetine İslâmofobya ile alâkalı olarak bir rapor takdim etmiştir. 1997 yılında ise yabancıların artması ve İngilizler arasında işsizlerin artmasıyla bu dalganın ve nefret ortamının arttığına dikkat çekilmişti. Bu da gösteriyor ki, İslâmofobya dediğimiz nefret akımı 11 Eylül’den önce de vardı. Ama daha ziyade kök ve tohum şeklinde vardı. Ortamının yeşermesi ise bilâhare 11 Eylül’le birlikte olmuştur. 11 Eylül yeni bir dönüm noktası olmuş, meseleyi tetiklemiş ve hacmini artırmıştır. Buna dair örneklerden birisi Bush’un Ekim 2005’te yaptığı konuşmada sarfettiği İslâmofaşizm vurgusudur. Bu tanıma göre, dini arkasına alan siyasî bir akım Endonezya’dan İspanya’ya kadar geniş bir alanda İslâm imparatorluğu kurmak ve Batı’yı mahvetmek istemektedir. İslâmofaşizm demese bile Cheney ve Kissinger gibiler de Irak bağlamında sürekli olarak bu korkuyu işlemiş ve derinleştirmişlerdir. Onlara göre işgalin alternatifi İslâmofaşizmin rehberliğinde ve bayraktarlığında küresel İslâm imparatorluğudur. Onlara göre, ABD’nin Irak’ta yenilmesi ve çekilmesi böyle bir ihtimali tetikleyecek ve işgalin yerine Türkiye de dahil bölge ülkelerini içine alacak yeni bir İslâm imparatorluğu kurulacaktır. Bu korku sürekli olarak işlenmektedir. Bu korkuyu işleyenlerin başında Bernard Lewis gelmektedir. İlginç bir şekilde Bernard Lewis son dönemlerde İslâm dünyasına isabet eden istibdadın Batı kökenli olduğunu; Fransız ve Alman kaynaklı olduğunu iddia ediyor. Bu da tarihin Yahudi bakış açısına göre tahrifinden ibarettir. Zira Saddam’dan çok önce de Haccac-ı Zalim gibi tarih Irak’ta nice müstebidler tanımıştır. Saddam Hüseyin ve Suriye Baas’ını buna dair örnek olarak veriyor. Yapılması gerekeni şöyle özetliyor: “Müslümanların içine girerek onların ılımlılarını teşvik etmek ve onları özgürleştirmeye çalışmaktır. Aksi takdirde, bunu yapmazsak Batı medeniyetinin topyekûn sonu gelecektir...”
***
Kissinger de Wall Street Journal gazetesine yazdığı bir makalede 300 yıllık ulus devlet modelinin son aşamasına gelindiğini ve bunun da ABD için en büyük tehdit kaynağı olduğunu söylüyor. Bush’un ve Cheney’in İslâm imparatorluğuna istinat eden İslâmofobik analizlerini bunu ilâve ettiğimizde korkularının kaynağı da billurlaşmış oluyor. Çok ilginç bir şekilde Bush, Kaide mihverli bir İslâmofaşizm dalgasından bahsederken Michael Rubin gibi neocon şahinler de bunu başka ölçeklerde kullanmışlardır. Michael Rubin’in analizine göre Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı İslâmofaşist bir iktidardır. Amacı, Türkiye’yi Araplara ve İslâm dünyasına açmaktır. Bu anlayışa göre, İstanbul’da düzenlenen İslâmofobya toplantısı da İslâmofaşizmin ayak seslerinden başka bir şey değildir. Profesör Enis Ahmed’in de ifade ettiği gibi İslâmofobya dalgası masumların kurban edilmesine yarıyor. Burada fizikî ve metafizikî değerler bu meş’um dalganın kurbanı oluyor. Medeniyetler çatışması da İslâmofobyanın altbaşlıklarından birisidir. Gerçekten de İslâmofobya bizzat Batı’nın yani İngiltere’nin keşfettiği Batı içinde yayılan bir akım ve dalgadır. Bunun tesbitinde ya da kavramlaştırılmasında Müslümanların bir dahli yoktur. Öyleyse Müslümanların bu hususta mübalâğa etmeleri sözkonusu değildir. Bu akım dünyanın yüzde 55’ini temsil eden Müslüman ve Batı toplumlarını kutuplaştırıyor. Bu açıdan bizzat kendisi tarih boyunca şeytanın en büyük projelerinden birisi olmalıdır. Şüphesiz, Deccalizmin araçlarından birisidir.
***
İşte bu akımın inkişaf etmesi yani peşin fikirsiz ve taassupsuz bir şekilde şark ile garbın biraraya gelmesi bu zehirli havayı dağıtacaktır. Bunu yapacak olan da evvelemirde ve bizzat iki tarafın da akil adamları ve âlimleridir. Bu dalga aşıldığı zaman tarihin topyekûn dönüşümü gerçekleşmiş olacaktır. Dolayısıyla Soğuk Savaş sonrası İslâmofobyasını kışkırtan çevreler tarafından öngörülen ‘fundamentalizme’ karşı Üçüncü Dünya Savaşı veya Dördüncü Dünya Savaşı gibi beklentiler de tarihin çöplüğüne atılacaktır.
15.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|