|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Onların söylediklerine sabret ve güçlü kulumuz Davûd'u hatırla. Şüphesiz o Allah'a yönelmiş bir kimse idi.
Sâd Sûresi 17
|
20.12.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Müslümanlardan dilinizi çekin. Onlardan biri öldüğünde de hakkında hayır konuşun.
Câmiü'sSağîr, c: 1, no: 541
|
20.12.2007
|
|
Bayramda kalpler ittihad ediyor
Bil ki, nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir hayır, zâhir bir hak, fâik bir kemal görünüyor. Bilbedâhe, hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir.
Mehâsin-i ubudiyetin binlerinden yalnız buna bak ki:
Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini iyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem ediyor. Öyle bir sûrette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, duâlar, zikirlerle mukabele ediyor. O sesler, dualar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duayı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namaz kılınız!” (Rûm Sûresi: 31.) emrini, küre-i arz imtisal ediyor. Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.
Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtimâ etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sadâ veriyor.
İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nev'î ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.
Lem’alar, 17. Lem’a, 9. Nota
|
20.12.2007
|
|
Bediüzzaman, vefa sadakat abidesidir
Rahmetli Bayram Ağabey, nice hayır hasenâtlarla zînetlendirdiği tertemiz hayatını Hz. Üstad’a sadıkâne vakfetmişti.
Hakk’a yürüdüğü tarihten iki sene kadar evvel Çorum’a gelmişti. Bu kutlu misafirle müşerref olmak isteyen Çorumlular, büyük bir salonda doyasıya dinlediler.
Sevgili kardeşim Abdullah Tahtalı Ağabeyin haber vermesi üzerine, ben de koşarak gittim. Karşısında ancak diz üstü oturabileceğim bir yer bulup nurlu yüzünü seyrederek dinlemeye başladım.
Hz. Üstad’la ilgili şu hatırasını, ısrarlı talep üzerine şöyle anlatmıştı.
“Isparta’da Üstad’a hizmet ediyordum... Yalnızdım. H.T. (Hüseyin Tabancalı) geldi: ‘Bayram, Üstadımın uzun süreden beri ziyaretine gelemedim. Çok özledim. Haber ver de görüşeyim’ dedi.
“Ben: ‘Tabiî ağabey, hoş geldin. Otur, hemen haber vereyim’ dedim. Üstadıma gidip, (H.T.) gelmiş, görüşmek istiyor. İzniniz olur mu?” diye sordum. Üstad: “Onu tanımıyorum” buyurdu.
Ben galiba onu iyice tanıtamadım diye düşünerek: “Hani Üstadım Denizli hapishanesinde filan koğuşta yatmıştı. Meyve Risâlesi ve diğerlerini yazmıştı” dedim. Üstad: “Tanımıyorum dedim ya” diye cevap verdi. H.T.’ya gidip “Seni tanımıyor” demiş olsam üzüntüsünden kahrolacaktı. Bu sebeble bir daha denemeye cür’et edip “Üstadım, o filan memleketli, filanca görevden emekli” deyince Üstad bu sefer iyice celâllenerek: “Keçeli, onu da tanımıyorum, seni de tanımıyorum” sözleri üzerine kendimi hayret ve haşyetle dışarı attım. Biraz toparlandıktan sonra dışarıda bekleyen H.T.’ya “Ağabey! Üstadımız bugün rahatsız. Durumu, görüşmenize hiç müsaid değil. İnşaallah bir başka gün gelince görüşürsünüz” diyebildim.
“Hayretim ve şaşkınlığımın sebebi, Üstadımın hiçbir talebesini katiyen unutmadığını, onlar adına devamlı duâlar ettiğini bizzat görüyor, duyuyor olmamdı.”
Bayram Ağabey, bu sözleri söylerken gözleri buğulandı, duygulandı. Heyecanla âniden ayağa kalkarak aynen şunları ifade etti:
“Vallahi kardeşlerim! Sevgili Üstadımız, o derece vefalı, şefkatli idi ki, her sabah namazından sonra iki yüz talebesinin isimlerini anarak duâlarına dâhil ederdi. Hal böyle iken, vaktiyle Nurlara bir ara hizmet etmiş, hatta çilesini de çekmiş eski bir talebesini acaba niçin tanımadı diye şaştım, kaldım. Bu istifhamı bir türlü çözemiyordum. Merak ediyordum. Hayli bir müddet sonra (rahmetli) H.T. ile karşılaştım. Ağabey dedim: ‘Geçen Isparta’ya geldiğinizde Üstad sizi hatırlayamaz gibi oldu’ diye sorunca, hüzünlenerek aynen şunları söyledi:
“‘Üstad elbette beni hatırlayamaz. Doğru. Ben ne yazık ki, Risâle-i Nurları, o âb-ı hayatı terk edip filanca tarikatın şeyhliğine, halifeliğine soyundum’ diyerek ağlamaya başladı. İşte o zaman merakım zail oldu.”
Merhum Bayram Ağabeyimin ibret levhası bu hatırasını, genç Nur kardeşlerimle sohbet ederken hep anlatıyor ve sadakat adına mesaj vermeye çalışıyorum.
Nitekim Üstadımız şöyle buyurup, herkesi, hepimizi irşad ediyor: “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.”1
Nurların ilklerinden, nice çileler çeken kahraman talebelerinden Feyzi ve Emin Ağabeylerin Tarihçe-i Hayat’ta geçen şu halisane duâlarına biz de âmin diyoruz:
“Cenâb-ı Erhamürrahimîn’den bütün rûh u canımızla niyaz ederiz ki; mahşer gününde dahi bizleri, ‘Said daha annesinin karnındayken saiddir’ (Kenzü’l-Ummal, 1:491) hadîs-i şerifine mazhar olan Üstadımız defîne-i ulûm ve fünun, bedîü’l-beyan allame-i Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ile birlikte haşretsin. Tâ ki, o korkulu günde nurlu, müşfik, mübarek eliyle elimizi tutsun, huzûr-u Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a bizi götürsün, inşaallah.’’2
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 106
2- Târihçe-i Hayat, Bediüzzaman Said Nursî, s. 289
|
Abdullah BATTAL
20.12.2007
|
|
Sinemde sakladığım taçsız Sultana...
Sana bu mektubu yazarken nasıl giriş yapacağım konusunda bir hayli zorlandım. Sana hitap ederken kullanacağım kelimeler, sana lâyık olmadığından başlayamadım. Bir başlasam sonunun geleceğini biliyordum oysa ki...
Bu benim sana ilk mektubumdu. Sabahın ılık seher yelinde bu mektubu yazarken, içinde hasretimi, umutlarımı, özlemimi de gönderiyorum... Bilirim ki sen benim, seyahat ettiğim gönül kervanında, yürüdüğüm nurlu yollarda konağımsın. Yıllarca yükümüzü çekmiş yorgun ama dimdik omuzlarına dayandım yine.
Ne zaman sıcacık kucağına atlasam, bütün dert ve sıkıntılardan kurtulduğum, huzurla dolduğum, şefkatiyle yoğrulduğum nurânî bir varlıksın. Hakkını ödeyemediğim gibi sana da lâyık değilim. Zira Efendimizin (asm) “Yanlarında bulunmayı, Allah yolunda olmaya eş tuttuğu” âlî bir şefkat âbidesisin… Annesini on bir km yakıcı güneş altında sırtında taşıyan sahabeye, Peygamberimizin (asm) “Bu hizmetinle ananın bir tek doğum sancısının hakkını karşılamış olursun” dediği hürmet yumağısın. “Allah’ım! Senin varlığını ve birliğini ne derece biliyorsam, annemin hakkını da ödeyemeyeceğimi o derece biliyorum. Bana, anne ve babamın razı olacağı, hayırlı bir evlât olmayı nasip et ve ahirette şefaatçi kıl!”
Bu bayram gelemiyorum anne, senin yanında olamıyorum. İnsanlar görüyorum boşlukta, yalnız, uçurumlara doğru yürüyen... Çehreler görüyorum titrek ve derin çırpınışlarla beni yanına çağıran. Çocuklar görüyorum masum bakışlarla dünyaya gark olan ve beni çağırışlara doğru yürüyorum bu gönül kervanında… Sen yine yalnızsın biliyorum, beni bekliyorsun bir sıcak çorba içirmek için, “Oğlum bu çorbayı çok severdi” diyorsun hasretle.. Gözlerin yollara takılıyor, aradaki mesafeleri aşıp gelmemi bekliyorsun, ben de seni özledim anne…
Tutunacak bir dal, gidecek bir yol, sığınacak bir kapı arayan bir neslin önündeyim; seslerini işitirken umutlarını düşünürken, ahu enîn edişlerini seyrediyorum anne.
Ama artık huzur gönüllere doluyor, iman körpe dimağlara aşılanıyor, yollar istikamet dairesinde çiziliyor anne...
Gönül kervanında yürüyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Cennet-âsâ baharlara yetişenler bu yolda hayatlarını fedâ ediyorlar. Varsın, ben de sıcak çorbayı içmeyeyim, varsın karlı dağlar yoluma set çeksin, varsın benim de gençliğim bu kervanda fani olsun! Dert değil, tasa değil, firakın acısı; biz senin ayağının altındaki mekânda buluşuruz anne…
Bu bayramda ben kurban olayım anne, bedenimden damlayan kanlarım ardımdan gelenlere iz, kırmızı kanlar nurlara cilt, dâvâmızda sebat edenlere sancak olsun!..
“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler ve sâireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun! (...)
“İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!”
Ben geliyorum anne, gönül kervanımla geliyorum, Peygamberin (asm) izinden geliyorum, tâ ki hakikat kâinat üzerinde hakkıyla yer bulsun... Benden duâlarını eksik etme…
|
Said Beydoğan
20.12.2007
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|