Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm), insanlık tarihinin görmediği dehşetli fitnelerin ve tahriplerin âhirzamanda gerçekleşeceğini haber verdiğinden, bütün ümmet o zamanın şerlerinden Allah’a sığınmış ve telâşa kapılmıştır.
Uzun bir zamana yayılan ve 1877 Osmanlı-Rus savaşından itibâren başladığı bir kısım işaretlerden anlaşılan âhirzaman, kıyametin kopmasına kadar devâm edecektir.
18. ve 19. asırlar, pozitivizmin, akılcılığın ve maddeciliğin ön plâna çıktığı dönemler olduğu için, fenden ve felsefeden gelen dehşetli dalâlet cereyanları, mâneviyâtı ve din gerçeğini dışlayarak yok farz etti. Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerine indi. Gözüyle görmediği şeyleri inkâra yeltendi. Halbuki, göz mâneviyâtta kördür. San'attan san'atkâra geçemeyen, fâni dünyanın arkasındaki bâkî olan âhireti göremeyip inkâra cür’et eden insanlık âlemi, alabildiğine dünyevîleşti. Hayatı, sadece bu dünyadan ibâret zannetti. Komünizm ise, bütün dinlere savaş açtı. “Din, bir afyondur” dedi. Dinini yaşamak isteyen bütün insanlara dünyayı dar etti. Akıl ve hayale gelmedik işkence ve eziyetler yaptı. Dinî değerlerden uzaklaşan insanlık, ahlâkî değerlerden de yoksun kaldı. Hasis menfaatleri için dünyayı ateşe veren zâlimler gürûhu türedi. 1. ve 2. Dünya Savaşları, o zalimler topluluğunun doymak bilmeyen hırslarının sonucu olarak meydana geldi. İnsanlığın hizmetinde kullanılması gereken ve Allah’ın bir ihsanı olarak verilen uçak nimeti, insanlığın başına bombalar yağdırmakta kullanıldı. Bu yüzden bir çok Avrupa şehirleri harabeye döndü. İnsaf ve merhametten yoksun, vicdanı çürümüş ve canavarlaşmış insanlar, her iki savaşta 80 milyon insanın ölümüne, milyonlarca insanın da sakat kalmasına sebebiyet verdi.
Bu gidişâta son vermek için çeşitli antlaşmalar, paktlar, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar tesis edildi. Uzun yıllar birbiriyle savaşan Avrupa devletleri; siyasî, ekonomik ve kültürel bir ortaklık olan Avrupa Birliği’ni kurdu. Demokratik hak ve hürriyetler bağlamında, insan merkezli hukukî zeminler oluşturdu. Vicdan ve din hürriyetini güvence altına aldı. Azınlık haklarını korumayı esas kabul etti. Aralarına katılmak isteyen ülkelere bu temel değerleri şart koştu. Kimseye özel statü tanımadı.
İki asırdır din ve mâneviyâta yabancılaşan ve son yüz yıldır zenginleşerek maddî imkânların doruk noktasına çıkan Batı toplumlarında yeniden dine dönüş hareketleri göze çarpıyor. Zirâ maddî imkânlar insanlığı tatmin etmedi. Ruhundaki boşluğu dolduramadı. Ebedî yaşamak ve ebediyen genç kalmak arzusuna bir çare bulamadı. Ölüm korkusunu gideremedi. Bundan dolayı din, iman ve mâneviyât sığınılacak en güvenli bir liman olarak görülmeye başlandı. İşte, bu noktada İslâm devreye girdi. Çünkü, insanlığın bu ebedî ihtiyaçlarına gerçek anlamda cevap verecek ve rûhûndaki boşluğu giderecek İslâm dininden başkası, zayıf ve cılız kalmaktadır. Kur’ân’ın elinde elmas bir kılıç hükmünde olan Nur Risâlelerinin tercümelerini okuyarak İslâm dinini seçen Batılı aydınların çoğalması bu yüzdendir. Bu gidişât daha da hızlanarak devam edecektir, inşallah...
Ancak, iman ve küfür mücadelesi kıyamete kadar süreceğinden, dinden hazzetmeyen ehl-i dünya tarafından İslâm sulandırılmaya, hattâ terörle eşdeğer gösterilmeye çalışılıyor. Radikal veya ılımlı İslâm gibi tâbirlerle zihinler karıştırılıyor. Daha ötesi, Müslümanlar bir takım yönlendirmelerle dünyevîleştiriliyor. Dünyevîlere özendiriliyor. Bu hususta, bir değil, onlarca projeler üretilip devreye sokuluyor. Maddî imkân ve kadın faktörü alabildiğine kullanılıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’in bu çağa bakan hârika bir tefsiri ve doğru İslâm’ı anlama ve anlatmada kuvvetli bir rehberi olan Nur Risâleleri ve ona mensup Nur Talebeleri de bu projelerin dışında değil. Belki de ilk hedefte onlar vardır. Nur mesleğini saptırmak, rayından çıkarmak, sulandırmak, orijinal kimliğini bozmak, rûh-u aslîden uzaklaştırmak ve uhrevî bir cemaat kimliğinden çıkarıp dünyevîleştirmek, hatta resmî ideoloji ile entegre etmek gibi akıl ve hayale gelmedik tezgâh ve tuzaklar söz konusu olabilir. Bunları yaparken de, Bediüzzaman’ın tesbit ettiği gibi: “İnsan cemaatlarındaki habis menbâları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor. Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamâını, kiminin humkunu (ahmaklığını), kiminin dinsizliğini, hatta en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (Sünûhat s.97)
Evet, dînî cemaatları dünyevîleştirmek için her türlü hileyi kullanan, yeni yeni projeler üreten ve uygun bulduğu herkesi maksadına âlet eden dâhilî ve hâricî dessas ve hilekâr mahfillere karşı, her zamankinden daha uyanık olmak ve onların şerrinden Allah’a sığınmak durumunda olduğumuz açıkça görülüyor. Cenâb-ı Hak bütün mü’minleri onların fitne ve şerlerinden korusun...
26.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|