Süleyman Kurter’le, Amerika’daki Risâle-i Nur hizmetlerini konuştuk: “ABD’yi Risâle-i Nur ıslah edec
Süleyman Kurter, 1966 yılından bu yana Amerika’da Risâle-i Nur hizmetleriyle ilgileniyor. 1974 yılında merhum Ali Uçar’ın gelişiyle Amerika’daki Nur hizmetlerinin başladığını belirten Kurter, “ABD’ de ilk Risâle-i Nur hizmetini Yeni Asya başlattı” diyor.
Daha sonra iki yeğeninin de kendilerine katılmasıyla ufak tefek bir matbaada Risalelerin basımıyla neşriyat hizmetlerine de yoğunlaştıklarını anlatan Süleyman Kurter, otuz yılı aşkın Amerika’daki Nur hizmetlerini özetliyor:
“İlk matbaanın ardından otuz bin dolarlık bir matbaa daha aldık, kitaplarımızı basıyoruz. Bütün Risâleleri Amerikan İngilizce’sinin yanısıra İspanyolca’ya çeviriyoruz. Ayrıca, İslâmı tanıtıcı, Risâle-i Nur’un gündemdeki aktüel meselelere açıklık getiren izâhları ihtiva eden kitaplar ve broşürler yayınlıyoruz. Neşriyatımızın çeşitli yayın organlarında yayınlanmasını sağlıyoruz.”
Türkiye’ye son gelişinde Ankara’da görüştüğümüz Süleyman Kurter, 1970’lerde, 80’lerde “The Light (Nur)” mecmuasının bastırılarak, Risalelerin başta İngilizce ve Arapça olmak üzere çeşitli dillerde tercüme edildiğini, peşinden doktor olan iki oğlunun da maddî ve mânevî desteğiyle tekrar hizmetinin ilerlediğini, hizmete adanmış bir ömrün fedâkârâne heyecanıyla anlatıyor.
Nur dershanelerinde ve evlerde Risâle-i Nur derslerine ilâveten, ayrıca “yeni Müslüman olanların dersi”nin olduğunu söyleyen Süleyman Kurter, Amerika’daki Risâle-i Nur dersleri hakkında şu bilgileri veriyor:
“Yeni Müslümanların dersi’ni koyuyoruz; çünkü Risâle-i Nur’u tanıyıp yeni Müslüman olanların farklı sualleri oluyor. Ayrıca bu kardeşlerimizin her birisiyle birebir ilgilenecek birer ‘rehber’ belirliyoruz. Her rehber, yeni Müslümanın inançtan ibâdete kadar birçok meselesiyle meşgul oluyor, yardımcı oluyor. Bu usûl kadınlar arasında da aynen uygulanıyor. Mesela otuz kişilik bir hanımlar dersinin yirmisi, bazen yirmibeşi yeni Müslümanlardan müteşekkil...”
RİSÂLELER AMERİKAN İNGİLİZCESİ VE İSPANYOLCA’YA TERCÜME EDİLİYOR
Eşinin başında bulunduğu, profesörlerden ve İngiliz edebiyatı üzerine doktora yapanlardan müteşekkil on kişilik akademik heyetin hummalı çalışmalarla bütün Risaleleri tercüme ettiğini belirten Süleyman Kurter, 41 yıl önce gittiği kocaman ülkede ancak üç-dört cami olduğunu, şimdi 600’ü aşkın cami bulunduğunu, Amerika’da İslâmî inkişâfa verdiği örneklerin başında zikrediyor.
Amerika’nın ikinci dilinin İspanyolca olduğunu, hâlen 33 milyon kişinin İspanyolca konuştuğunu, ayrıca küresel güçlerin kontrolüne geçen Amerikan yönetimlerinin kıt’aya, İslâm coğrafyasına ve mazlum dünyaya dayattığı zulüm projelerinden bîzar olan mazlum yüz milyonlarca Lâtin Amerikalının İspanyolca konuştuğunu aktarıyor.
Orta ve Güney Amerika’dan Avrupa’ya uzanan satıhta, dünya nüfusunun önemli bir kesiminin İspanyolca Risâle-i Nur’a ve dolayısıyla İslâm’ın adalet ve merhamet mesajına büyük ilgi duyduğunu nazara veriyor. Bu cihetiyle geniş kapsamlı bir dünya dili olması itibariyle Risâle-i Nur’un İspanyolca’ya tercümesinin ehemmiyetli olduğunun altını çiziyor.
Gelinen noktada dünyadaki vaziyet ve gidişatın İslâm’ın doğru anlaşılmasına zemin teşkil ettiğini ve insanlığın İslâm’ın barış, hürriyet ve gerçek insanî değerleri bahşeden müsbet mesajına ihtiyacını gösterdiğini Amerika’da yaşanan olaylarla anlatıyor.
Bush’un politikalarının Siyonistlerce hazırlandığının Amerika’da herkesçe bilinen bir gerçek olduğunu, 11 Eylül’ün ardından bunun iyice açığa çıktığını, buna mukabil Amerikan halkında, Güney Amerika ülkelerinde ve bütün dünyada muazzam bir tepki meydana geldiğini anlatan Kurter, “Artık açıkça ortadadır ki 11 Eylül bir tertipti” tespitini yapıyor.
Örneğin, aynı gün dört bin Yahudi’nin İkiz Kulelerdeki işine gitmemesi bir muamma olarak kaldı. 11 Eylül’ü araştıran Meclis Komitesi de bir neticeye varmadı. Sonuçta Bush’un politikası ters tepti. Amerika’da şimdi üniversitelerde ‘İslâma dâvet masaları’ kuruluyor. Direkt internet kanalıyla, web siteleriyle İslâm anlatılıyor...”
“Bizim de, İslâmı anlattığımız; İngilizce ve çeşitli dünya dillerinde İslâma gelen istifham ve soruları cevaplandırdığımız, Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur’un günümüzdeki meselelere getirdiği Kur’ânî izâhları, Bediüzzaman’ın imanî, içtimaî tespitlerini etraflıca yazıp isteyene ilettiğimiz web sitelerimiz var. ‘www. RisaleUSA.com’ bunlardan biri. Yine ‘[email protected]’la bizimle irtibat kuran herkese Risâle-i Nur’un çağımızın problemlerine dair Kur’ânî çözümleri ulaştırıyoruz.
“Keza, ‘Turkish Amerikan Journal”ın websitesi olan ‘www.Turkishamerikanjournal.com’ ve ‘[email protected]’ email adreslerinden Türkiye ve İslâm âlemiyle ilgili bilgi ve haberleri veriyoruz.”
“BEDİÜZZAMAN MODELİ”NE İLGİ BÜYÜK...
Süleyman Kurter, daha önce ABD ve diğer Batılı devletlerin işgal, istilâ ve zulümlerine karşı “sosyalizm”e ve “solculuğa” sığınan Güney Amerika’daki mazlum halkların, komünizmin iflâsı, din ve mâneviyattan bîbehre sosyalizmin bir çözüm getirmediğinin açıkça ortaya çıkmasıyla, tıpkı Zencilerin İslâma yönelip ihtidaları gibi, İslâma yöneldiklerini hâdiselerin nezdinde dile getiriyor.
Dünyadaki bir çok mazlum millet gibi Güney Amerika’daki halkların da uluslararası şebekelerin plânladığı zulme ve hegemonyaya karşı artık İslâm’la bu mücadeleyi yürütebilecekleri noktasına geldiğini belirten Kurter, Meksika’daki bir köyün papazıyla birlikte toptan Müslüman olmasını buna misal veriyor.
Yine Venezuella Devlet Başkanı Chavez’in Filistin’e karşı İsrail’e destek çıkan, Afganistan ve Irak’ı işgal edip katliamlar yapan, İran’a ve Suriye’ye operasyona hazırlanan ABD’ye karşı ancak İslâm’la ve Müslümanlarla birlikte netice alıcı bir mücadelenin verilebileceği kanaatinin ülkesinde yaygın olduğunu bildiriyor. Güney Amerika’nın İslâma yönelmesinin, günümüzdeki baskı ve haksızlıklara karşı hakperest birçok eski solcunun Müslüman olduğu haberlerini sık sık aldıklarını aktarıyor.
Amerika’daki Nur talebelerinin aralarında topladıkları paralarla temin ettikleri Risâleleri camilerde, üniversitelerde ve çeşitli bilimsel ve dinî konferanslarda sergileyip dağıttıklarını ve dershaneler açıp her tarafta Nur derslerini devam ettirdiklerini söyleyen Kurter, Amerika’da İslâmın yayılması hususunda önemli tespitlerde bulunuyor:
“Vatikan’ın araştırmasına göre Amerika’da Risâle-i Nur vasıtasıyla İslâmiyete ısınanlar, genel ihtida edenlerin yüzde 34’ü. Bu yönüyle Amerika’da İslâmiyetin kabulü, aynı Peygamberimiz zamanındaki, İslâmın ilk devrindekine benziyor. İslâmî inkişâf, ağır ağır ama köklü esaslar üzerine yükseliyor...”
“AMERİKA’NIN MÜSBET YÜZÜ”
Süleyman Kurter, son on yıldaki Risâle-i Nur hizmetlerini şu cümlelerle hulâsa ediyor:
“Risâle-i Nur programları, dersleri, haftanın üç-dört günü dershanelerimizde peryodik olarak sürüyor. Çoğu yeni gelenlerin de bulunduğu derslerde yemek veriyoruz ve çeşitli ikrâmlarda bulunuyoruz. Ramazan’da dershanelerde iftar veriliyor. Her gün bir âile, kalabalık derslerde bâzen iki âile hazırlayıp dershaneye gönderiyor. Terâvih namazlarını cemaatle dershanede kılıyoruz.”
Kitapların baskısıyla ve neşriyatla meşgul olurken yeni Müslüman olmuş bir Amerikalının gelip kendilerine hizmette yardım etmesinin, târif edilmez mânevî bir sevinç ve şevke medar olduğunu ifâde eden Süleyman Kurter, ayrıca camilerdeki Nur derslerinin de mânevî fütûhatların önünü açtığını açıklıyor.
Süleyman Kurter, bütün bunların âdeta “Amerika’nın müsbet yüzü”nü ve “Rahmanî veçhesi”ni oluşturduğuna işâret ediyor. Risâle-i Nur tarzında ve “Bediüzzaman modeli”nde, politik oyunlardan, şahsî ve dünyevî menfaat arayışlarından uzak “iman ve Kur’ân hizmeti”yle ancak dünyanın ve Amerikanın ıslâh edilebileceğini misâlleriyle tavzih ediyor.
Şu anda iki caminin bünyesinde “Nur okulu” kurulduğunu, Risâle-i Nur’un tefsir edilip okutulduğunu kaydeden Kurter, bu çerçevede etraflı analizler yapıyor.
“Sakîm ve dalâletli bir felsefeyi, sefih ve muzır bir medeniyeti tutan”, “Beşerin nefs-i emâresi” hitabını hakkeden, “sefâhet ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış, Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehâsı ile ruh-u beşere cehennemî bir hâleti hediye eden ikinci Avrupa” anlamındaki küresel güç ve sermaye güdümündeki Amerikan yönetimlerinin zulüm ve kanla bulaşık politikalarına karşı, Amerika’daki İslâmî hizmetlerin gelişmesini ve Nur Risalelerin okunmasını, bu zehrin panzehiri olarak nitelendiriyor. (Lem’alar, 167-172)
“Çürük ve esassız esaslar üzerine bina edilen” ve hegemonyası uğruna bütün insanlığı ateşe veren projeleri zorla dünyanın başına geçiren “ikinci Amerika”ya karşı, İslâmın mesaj ve mânâsına dost “birinci Amerika”nın insanlığın geleceği ve dünya barışı için taşıdığı değere dikkat çekiyor.
“İsevîlik din-i hakîkisinden aldığı feyizle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye nâfî’ (menfaatli) san’atları (sanayii) ve adâlet ve hakkaniyete hizmet eden fünûnları (bilimleri) tâkip eden birinci Avrupa”nın, bir diğer ifâdesiyle “birinci Amerika”nın anlamının tahakkukuna çalışmanın, dünyayı bela ve fitneden kurtarmak olduğunun üzerinde duruyor.
Süleyman Kurter sohbetinde bunu sık sık nazara veriyor...
AMERİKALI MÜSLÜMANLARIN SAYISI
DİĞERMÜSLÜMANLARI GEÇTİ...
Gerçek şu ki dünyanın içinde bulunduğu anaforda, her şeyin tersine propaganda edildiği bir süreçte Bediüzzaman’ın tâbiriyle, “doğru olan İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu” insanlığa sunmanın fevkalâde ehemmiyeti var. İslâmın rahmet mesajından mahrum kitlelere İslâmın ifrat ve tefritlerden azâde doğru ve eksiksiz tanıtılmasının önemi büyük.
Bu açıdan, Amerika’daki ifsad komitelerince “ılımlı İslâm”, “Amerikan İslâmı” benzeri, İslâmı aslından uzaklaştırıp kasten yanlış tanıtan propagandalara ve camileri bombalama fetvasını veren saptırmalara mukabil, Kur’ân’ın çağımızdaki tefsiri Risâle-i Nur hizmetleri büyük akisler uyandırıyor.
Amerika’da yaklaşık yarım asırdır Risâle-i Nur’la İslâmiyete hizmeti esas alan çalışmaların içinde bulunan Süleyman Kurter, buna özellikle dikkat çekiyor.
Süleyman Kurter, gizli servis elemanlarının, istihbarat ajanı kadınların başı açık üniversite bahçelerinde erkek-kadın karışık karma cemaate “Cuma namazı kıldırmaları”nın, esasından koparılmış, içi boşaltılmış bir İslâmı telkini hedeflediğini bildiriyor. Egemenlik ve çıkar hesabına İslâm âleminde yapılan zulümleri hoşgören, beşeri inanç ve mâneviyattan uzaklaştıran dehşetli dinsizlik felsefesinin ve vâhim bir bozgunculuk projesinin tezâhürü olduğunu açıklıyor.
Süleyman Kurter, ihlâsla yapılan hizmetlerin, samîmi gayret ve çabaların neticesiz kalmadığını, “11 Eylül olayları”nın vesile olduğu İslâmî hizmetlerle izâh ediyor:
“11 Eylül Amerika’da Müslümanlara karşı yapıldı. Maksat İslâmı bir nevi töhmet altında bıraktırmak ve bununla menhus projeleri uygulatmaktı. Ancak 11 Eylül’le Amerika’da İslâma olan alâka üç dört katına çıktı...
“Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere, Risâle-i Nur eserleri ve İslâma dair eserlerin basımı ve okunması büyük oranda arttı. Cenâb-ı Hak, İslâmın aleyhine kurulan bir tuzağı, İslâmın öğrenilmesine ve doğru anlaşılması için araştırılmasına vesile kıldı. Bugün Amerika’daki Amerikalı Müslümanların sayısı diğer Müslümanları geçti...”
Son yıllarda İslâm dünyasında ecnebilerce oldukça istimal ve istismar edilen etnik ve mezhebî farklılıkların tahrikine karşı, Amerika’daki Nur hizmetlerinin ve Risâle-i Nur eserlerinin başta İngilizce ve Arapça olmak üzere çeşitli dünya dillerinde neşrinin büyük hizmet olduğunu söyleyen Süleyman Kurter, bu meyandaki hizmetlerden bazılarını şöyle sıralıyor:
“Mesela, İslâm âleminde, Irak’ta, Pakistan’da ve dünyadaki Müslümanlar arasında plânlı olarak kışkırtılan ‘Şiî - Sünnî ihtiâfı’na karşı, Bediüzzaman’ın bu husustaki Kur’ânî çâre ve ittihad râbıtalarını nazara veren ‘Dördüncü Lem’a’yı neşrettik. Her yerden istiyorlar...
“Keza Bediüzzaman’ın âyetin tefsiriyle ‘milliyetçilik – ırkçılık meselesi’ne getirdiği ‘Yirmi Altınca Mektup’taki ve diğer Risalelerdeki bahisleri bir araya getirip kitap ve broşür hacminde yayınladık. Hem Amerika’daki Müslümanlar hem de Amerikan Müslümanları arasında, akademik çevrelerde büyük ilgi gördü. Bu konuları ayrıca çeşitli ders, sohbet ve seminerlerimizde de işliyoruz. Çünkü Bediüzzaman’ın izâhları, doğrudan tefsir olduğu için orijinal ve İslâmın mânâ ve ruhuna en uygunu olduğundan, arayış içindeki fıtratı selim insanlarca hemen benimseniyor.”
Amerikan halkının kâhir bir ekseriyetinin de yöneticilerin İsrail endeksli zulüm ve işgal politikalarına derin bir öfke duyduğunu ve bunu çeşitli vesilelerle ortaya koyduğunu belirten Kurter, “Bu tepkileri doğru yönlendirmek ve Amerikalıların İslâmı doğru tanımalarını sağlamak için, Amerika’da Risâle-i Nur’la İslâm’a hizmetin değeri her geçen gün daha da artıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
—Devamı yarın—
|
Keşke herkes Fazıl Say kadar özgür olsa!
Fazıl Say gidecekmiş. Sebep de, onlar yüzde otuzda kalmışlar. Karşılarındakiler yüzde yetmişmiş.
Yüzde on bu topraklarda yüzde doksana ceberutâne hükmetti, ama onlardan kimse temelli gitmeyi düşünmedi. Okumak gibi nedenlerle gidenler ise hep dönmeyi düşündü. Ve döndüler.
Herkes Say gibi düşünseydi bugün bu topraklar boş kalmış olurdu.
Zor olan gitmek değil, kalmak. Kalmaktan da zor olan, başkalarının haklarına riâyet etmek.
Malum medya yine vaveylâyı basmış. Fazıl Say’la yatıp onunla kalkıyor. Şunu sormak gerek: Say hangi hakkından mahrum edildi ve hukuku çiğnendi? Ona kapılar kapandı mı? Bir yerlere gitmesi engellendi mi? Bileğiyle elde ettiği bir kazancıdan keyfî kararlarla mahrum edildi mi?
Böyle bir şeyin olduğunu kimse iddiâ edemez. Olan veya söylenilen “gelişmelerden bir kesimin kendisinin tehdit edildiğini hissetmesidir.”
İlki: Bu bir histen ziyade daha çok tahammülsüzlükten kaynaklı ajitasyon amaçlı bir tavır.
İkincisi: Bir kesim, uzun süredir mağdur edilenlere haklarının çok azca da olsa verilmesinden rahatsızlık duyuyor. Olan bu. Hayat tarzları tehdit altında falan değil. Onlar başkalarının haklarının verilmesini tehdit olarak görüyorlar. Böyle bir durumda da yapılacak bir şey yok. Mağduriyetler üzerinde uzun süre saltanat sürülemez. Çalıntıyla sefâ olmaz. Hak gaspıyla inşâ edilen binada emniyetle oturulamaz. Mutluluk fidanı gaspla beslenmez.
Burada asıl bu kesimin “Biz neden bu hale geldik?” suâlini kendisine sorması gerekir.
Halkın değerlerinin yönetime yansımasından rahatsızlık duyuyorlar. Sömürülenin uyanmasını kabullenemiyorlar.
Onların istedikleri azınlık tahakkümü… Bu ellerinden gidince değişik tepkiler içine giriyorlar.
Fazıl Say gitmek isterse gider. Yalnız gitmek yerine anlamaya çalışması daha iyi olur. Ve kabullenmesi.
Bu ülke uzun yıllar aşırılıkta tutuldu. Bugün yapılması gereken onu normalleştirmek. Biz istersek herkese yer var. Lâkin nedense bu irade görülmüyor. Bir hak teslimiyeti müşahede edilemiyor. Mevzi kaybediyoruz havası var. Olan ise bu değil. Normalleşme yaşanıyor. Dışlananlar yerlerine dönüyor.
Fazıl Say kendisine yönelik somut bir şey olmamasına rağmen gitmekten söz edince, bir kesim elinden gelse bunu bir ihtilâlin kıvılcımı yapacak. Yalnız uzun yıllardır hakları ellerinden alındığından yurt dışında okumak zorunda bırakılan başörtüsü mağdurlarının dramları nedense görülmüyor. Say, mevhum bir korkudan dolayı gitmekten söz edince kıyameti koparanlar, başka gerçekleri görüp asgarî düzeyde olsa dahi insânî bir tavır sergileselerdi, bugün kendileri umutsuz bir kampın tarafı durumunda olmazlardı.
Gitmeye zorlayacak kadar ülkenin şartları kötü değil. Aksine daha gidenlere “Buyrun gelin” denilemeyecek kadar çarpık. Çıkan gürültü, haklarından olanların değil, bazılarına haklarının verilmesine itiraz edenlerin sesi.
Garipliğe bakın ki, Say, demokrasi adına özgürlüklerin genişletilmesine karşı çıkıyor. Giderim demesinin sebebi “Bir baskı rejiminin kuruluyor olması değil, normalleştiriliyor olması.”
Gittiği yerde Say’a “Niye geldin?” denilse cevabı ne olur? Hangi hakkının elinden alındığını söyleyebilir. Beyânâtında olduğu gibi “Başbakan ile bakanların eşleri kapalı” mı diyecek? İyi de bu ülkede kadınların yüzde 65’inin başları kapalı değil mi?
Say tartışılan sözleriyle popüler olmak istiyorsa dahi yanlış kapıyı çaldı. İşe yaramayacak ve aksülamele sebep olacak bir yol denedi. Belki bu tavrıyla hem Avrupa hem de içteki bazı odakları memnun etmek istedi ama bunun “muhalliğini” bilmeliydi. Çünkü Avrupa kafası ile bizim çağdaş geçinenlerin kafası çok farklı telden çalar. Görüntüye rağmen anlaşamıyorlar.
Orhan Pamuk’un da böyle çıkışları oldu, ama o daha cesur davrandı. Bir kesimi karşısına almayı göze aldı. Avrupa’yı da kısmen veya görünürde de olsa memnun edebildi.
Say’ın tavrını “aydın ve sanatçı duyarlılığına” bağlayanlar var. Gerçek bu olsaydı başka zaman da o sanatçı sesini duyardık.
Gönüllerimizi genişletmeliyiz. Başkasının hakkı verilince bunu hakkımızın gaspı olarak anlarsak huzuru bulamayız. Bu hasud bir tavır olur. Hasud ise kendi ateşinde yanar.
Keşke herkes memleketimizde Say kadar özgür ve serbest olsa.
|
Selahaddin Yeşilyurt
Nur semasından bir yıldız daha kaydı. Selahaddin Yeşilyurt Ağabey de vefat edenler kervanına katıldı. Umre veya Hac vazifesi için, mukaddes beldelere gidip de onu tanımayan Nur talebesi hemen hemen yok gibidir.
Selahaddin Yeşilyurt, bizim kırk seneye yakın kadim dost ağabeylerimizdendi. 70’li yılların hemen başında tanımıştım onu. O zaman Ankara Ulus Kediseven sokakta bulunan Yeni Asya büromuzun hemen üst katında iş yeri vardı. Kendisi ODTÜ mezunu, Elektrik-Elektronik Yüksek Mühendisi idi. Özellikle Nurcuların aşina olduğu “Lite” marka ve Türkiye’de de bir ilk olan kanarya sesli zilleri o yapmıştı. Tabiî orada değişik iştigal sahası da vardı. Ama en barizi seri halde imal ettiği kanarya zillerdi. O yıllarda Yeni Asya bürosunu dinlemek için üst kata yerleştirilen cihazı o bulup bertaraf etmişti.
Daima güler yüzlü, ihlâslı, mütevazı bir ağabeyimizdi. Baba tarafımdan da hemşehrim idi. Yani soyadı gibi yeşil bir yurt olan Ermenekli’ydi. O bizi, biz de onu çok severdik. Bir müddet (70’li yıllarda) Elazığ’da üniversiteye ders vermek için Ankara’dan haftada iki gün falan gider gelirdi. Hatta, ben mezun olduğum zaman beni çok sıkıştırmıştı. “Seni oraya araştırma görevlisi yapacağım” diye. Ben de pek yanaşmamıştım. Ama o, orada okulla görüşmüş ve alacağım maaşı bile tespit etmişlerdi. “Ya Selahaddin Ağabey, ben zaten 20 sene okudum, öğretim görevlisi olmak için yine okumak devam edecek, daha bıktım yeter” demiştim, bana sitem etmişti.
Zannedersem yine 70’li yılların sonlarında Medine-i Münevvere’deki Ravza-ı Mutahhara’nın ışıklandırılması işi için oraya gitmiş ve o günden bugüne de o işlerle ilgili olarak orada kalmıştı. Üstad Hazretlerinin Barla’daki ilk talebelerinden merhum Mustafa Çavuş’un oğlu Ankara’da bulunan Ağabeylerimizden Mehmet Güvenç’in de damadı olmuştu. Hacca gidip-gelenlerle selâm yolluyordum. Bir-iki defa Türkiye’ye geldiğinde görüşmüştük.
Yine, ehl-i hizmet olan ağabeyi Mustafa Yeşilyurt’un, bizim hanımın dayısının oğullarıyla bacanak olmasından sonra da, daha yakından haberdar oluyorduk. Cenâb-ı Hak, 2006 yılında bize de Hacca gitmeyi nasip etmişti. Önce Mekke-i Mükerreme’ye gitmiştik, orada O’nu görememiştim. Daha sonra Medine-i Münevvere’ye gittiğimizde, onu nasıl bulacağımı düşünürken, hurma pazarında tanıştığım “hurmacı Konyalı Ali” isimli zata sordum. O da hemen telefon etti, buldu ve konuştuk. Çok sevindi, “Osman, olduğun yerde bekle, ben çocukları yollayacağım, seni alıp dershaneye getirecekler” dedi. Ve Medine’deki dershaneye gittik, sarıldık, muhabbet ettik, eski hatıraları yâd ettik. “Ağabey, yine Ravza’nın ışıklandırmasını sen mi yapıyorsun?” dedim. “Yok, şimdi alttaki otoparkın bilgisayar sistemlerinden mes’ulum” dedi. Birkaç defa derse gittik, sabah namazlarından sonra Mescid-i Nebevî’de ders okudukları yeri tarif etti. “Büyük, yeşil Osmanlı saatinin karşısına gel” dedi. Bir hafta boyu her gün oradaydık. Mutad sabah derslerinde okumam için bana söylediler. Ben de dedim ki: “Ya Selahaddin Ağabey, ben Mescid-i Nebevî’de Mucizat-ı Ahmediye’yi bitirmeye ahd ettim, onu okuyorum.” “O zaman kaldığın yerden devam et, her sabah okuyalım” dedi. Ve sabah derslerinde Peygamber’in (asm) kabrinin yanında Mucizat-ı Ahmediye’yi okuyorduk. Bir sabah dersten sonra bana, “Uhud şehitlerini ve Hz. Hamza’nın kabrini ziyaret ettin mi?” diye sordu. Ben de Uhud’a gittiğimizi ama oraya götürmediklerini söyledim. O da “O zaman ayrılma, birazdan oraya gideceğiz” dedi. Ve (Allah rahmet eylesin), bizi götürüp, gezdirmişti. O mübarek yerleri, Uhud şehitlerinin kabirlerini (belirsiz de olsa) görebilmiştik.
2006 yılı Ramazan’ında Ankara’daki Lütfi Taşçı kardeşim aradı. “Osman, Selahaddin Yeşilyurt Ağabey vefat etmiş, duydun mu?” diye sordu. Ben de duymadığımı söyleyince, “Elektriğe çarpılmış, vefat etmiş” dedi. Ona da cemaat içerisinde haber geldiği için beni haberdar etmiş. Ben de bazı yerlere haber vermiş, İhsan Paşalıoğlu Ağabey’e de söylemiştim. O da Medine’yi aramış, meğer başka bir Türk elektriğe çarpılmış, Selahaddin Ağabeyle karıştırmışlar. İhsan Ağabey beni aradı. “Osman, bak Selahaddin Yeşilyurt bana telefonda Medine ezanı dinletti” dedi. Tabiî yanlışlık olduğunu anladık ve hemen haber ettiğimiz yerleri arayarak tavzih ettik.
Bu yaz İhsan Paşalıoğlu Ağabey beni aradı ve “Osman, Selahaddin Yeşilyurt izne gelmiş, fakat bir trafik kazası geçirmiş” dedi. Ben de burada kullandığı telefon numarasını alıp aradım. “Selahaddin Ağabey, geçmiş olsun. Geçen seni seni ahirete yolladık, aman ha Allah muhafaza” diye şakalaştık. Bursa’ya davet ettim, “Yok, şimdi havaalanına gidiyoruz, döneceğiz” dedi. Kalp yetmezliğinden muzdaripti. Bu sene Hacca giden bazı arkadaşlara, telefon numarasını vermiş ve selâmımı söylemelerini rica etmiştim. Ankara’dan Ömer Tuncay Ağabeyler vefat haberini verince çok üzüldüm. Cennetü’l-Baki kabristanına defnedilip, inşallah Cennet-i Hakiki’ye kadar orada bekleyecek olan Selahaddin Ağabey’e Allah rahmet eylesin. Başta Mustafa Yeşilyurt ve Mehmet Güvenç Ağabeyler olmak üzere bütün yakınlarına ve onu tanıyan kardeşlerimize sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
|