Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Biz boş yere yaratmadık. Bu kâfirlerin zannıdır. Kâfirler için ise, Cehennem ateşinde pek büyük bir helâk vardır.

Sâd Sûresi: 27

27.12.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Ölüm gelmeden önce ölüme hazırlanın.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 560

27.12.2007


Avrupa ve Amerika, İslâmiyete hâmiledir

Avrupa'nın asr-ı âhirde en meşhur bir filozofu Prens Bismark diyor ki:

"Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen, beşerin saadeti için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed'in (Aleyhissalâtü Vesselâm) Kur'ân'ını umum kütüplerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser, beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed'in (Aleyhissalâtü Vesselâm) sözüdür diyenler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani, Kur'ân, Allah kelâmı olduğu bedihîdir."

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

..istikbalin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder.

Hutbe-i Şamiye, s. 37-38

***

Hürriyetin birinci senesinde İstanbul’da Câmiü’l-Ezher’in Reis-i Uleması olan Şeyh Bahid Hazretleri (r.a.) İstanbul’da Eski Said’e sordu:

“Mâ tekûlü fî hakkı hâzihi’l-hürriyeti’l-Osmaniyyeti ve’l-medeniyyeti’l-Avrubâiyyeh”

Said cevaben demiş:

“İnne’l-Osmaniyyete hâmiletün bidevletin Avrubâiyyeti fesetelidü yevmen mâ

“Ve’l-Avrûbâ hamiletün bi’l-İslâmiyyeti fesetelidü yevmen mâ”

Yani, “Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?”

O vakit Eski Said demiş: “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak” Şeyh Bahid’e söylemiş.

O allâme zat demiş: “Ben de tasdik ediyorum.” Beraberinde gelen hocalara dedi: “Ben bununla münazara edip galebe edemem.”

Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan daha dinden uzak...

İkinci tevellüd de inşaallah yirmi otuz sene sonra çıkacak. Çok emarelerle, hem şarkta, hem garpta Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak.

Emirdağ Lâhikası, s. 34

Lügatçe:

Câmiü’l-Ezher: Ezher Üniversitesi.

reis-i ulema: Alimlerin reisi.

tevellüd: Doğma, doğum.

hurafat: Hurafeler, batıl şeyler.

İsevî: Hz. İsa’nın dininden olan; Hıristiyan.

Bediüzzaman Said NURSÎ

27.12.2007


Hakiki, büyük ve ebedî bayram

Hakikî, ebedî ve büyük bayram; her şeyi Yaratıcısının emaneti gören, O’nun izni dairesinde bir hayat felsefesi olan, O’nun dışında her şeye tebeî olarak bakmayı, kalben terk etmeyi başarmış, sırat-ı müstakîmde keyifle yaşamayı ilke edinmişlerindir.

Bayram; Kur’ân’nın, Sünnetin ve onların yorumları olan Nurlu Eserlerin ölçüleriyle hayatını şekillendirenlerin; Sünnet-i Seniyye’yi, yaşayışının değişmez ve mükemmel temel rehberi görenlerindir.

Bayram; “Hazırlanınız, başka, daimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir” fikri ile “Programımız budur ki; dünya bir misafirhanedir, insan ise onda az duracaktır; ve vazifesi çok bir misafirdir” fikirlerini, hayatının temel prensipleri olarak gören, ahireti ve ona ait olanları en öne alan, paradigmalarının en üstüne ahireti yerleştirebilenlerindir.

Bayram; dünyaya, kulluk için geldiğinin idraki içinde olanların; iyiliği anlatmak, kötülüğü men etmekte vazifeli olduğunu hiç unutmayanlarındır.

Mü’minleri ve hatta bütün insanları, sahil-i selâmete taşıyan bir faaliyette bir hademe olduğunu kabul edip, bu vazifenin düsturlarına uyanlarındır.

Bayram; aklının ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler göstermesine karşılık, elinin, ömrünün, iktidarının, sabrının kısa olduğunu çok iyi bilen bir ruh sahibi olarak; bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına, namaz ve niyazla müracaat edip; başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için yardım isteyenlerin, halini arz etmesini bilenlerindir.

Bayram; aşığın maşukunu beklediği gibi, Allah’ın huzuruna kabul edilmek olarak idrak ettiği namazı, hasret ve heyecanla bekleyip vaktin evvelinde kılabilenlerindir.

Bayram; Rabbi dışında, âzam mahlûkata da ibadete tenezzül etmeyip; Cennet gibi âzam menfaat olan bir şeyi dahi gaye-i ibadet görmeyenlerindir.

Bayram; dünyayı ve ona ait bütün işleri, mülk âlemine has âdetullaha riayet ederek değerlendiren, yapılan fiillerin değişik bir duâ hali olduğunu düşünüp, duâyı, bir sırr-ı ubudiyet olarak görebilenlerindir.

Bayram; nokta-i istinad olarak, kuvvete bedel “hakkı” kabul eden; hayatta mücadeleyi değil, yardımlaşmayı düstur olarak alan, bunları günlük hayatında ve bütün hadiselerde uygulayabilenlerindir.

Bayram; düşmanı, nefs-i emmâresi ile birlikte cehalet, zaruret ve ihtilaf olarak gören; bunlara karşı sadece sanat, marifet, ittifak silahıyla mücadeleyi şiâr edinenlerindir.

Bayram; bu asırda muhakkak cemaat olunmasının gerektiğine inanan; ekip çalışmasının ruhuna uygun hareket eden ve bunu zarûrî gören; dâvâ arkadaşlarıyla dostluk ve muhabbetin zedelenmemesi, bozulmaması için her fedakârlığı göze alan, onların kusurlarına gözünü yumabilen, tükürüklerini misk-ü amber telakki edip bin haysiyeti olsa, onlar için fedaya hazır olan; mümin kardeşlerine asla adavet etmeyenlerin, hatta onlar hasta olduğunda, şifa bulmaları için, onlar yerine hasta olmayı isteyip, yatağa girebilecek ruh ve sevgiye sahip bulunanlarındır.

Bayram; ittifak, tesanüd, teâvün, uhuvvet ve incizabı karakteri; nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmayı hedefi haline getirebilenlerindir.

Bayram; arkadaşlarını kendinden üstün görebilen, onların özellikleriyle iftihar eden, onlarla çalışırken, tâbî olmayı tercih edip, imamlık şerefini onlara verebilenlerindir.

Bayram; ittihadın cehl ile olmadığını bilen, İman ve İslâm’ı Kâbe hürmetinde, Cebel-i Uhud azametinde kabul ederek hayatının bütün değer ölçülerini buna göre belirleyebilenlerindir.

Bayram; hayatı, yaşamayı; İman ve İslâm’la sanata dönüştürebilen; dünya hayatıyla ilgili kaybettiğine üzülmeyen, kazandığına sevinmeyen; gücü dahilinde olan şeylerde acze; gücünü aşanlarda cezâa sarılmayan; kendi bulunduğu boyutun gereklerini yapıp sonuçlara şükrederek hakîkî tevekkül sahibi olabilen, kanaatkâr olup Yaratıcısına itimat edenlerindir.

Bayram; Rabb-i Rahîm’in marzîsine, kitabına, gönderdiği Yâver-i Ekrem’ine (asm), tereddütsüz ve zevkle ittibâ eden; her şeye mânâ-yı harfiyle, O’nun hesabına bakarak, bu şekildeki bir tefekkürle hayatı zevkli hale dönüştürebilenlerindir.

Bayram; hastalık ve belâları, O’ndan gelen, sevap kazandıran, olgunlaştıran, idrakini artıran ikazlar gibi görebilen; sadece Hz. Eyyûb gibi, kulluğuna, zikrine mani olacak seviyeye gelince; ve sadece O’na şikâyet edebilenlerindir.

Bayram; mevti, vazife paydosu, terhis oluş, ücret almaya gidiş, melekût âlemine geçiş, dostlara kavuşma, şeb-i arûs görebilen; Bismillah’la o âleme girip, rahatla kabirde yatabilen; sûr-u İsrafil’le, Allâhü Ekber diyerek kalkabilecek olanlarındır.

Bayram; Esmâ-i Hüsnâya âyinelik yapmanın üstünlüğüne inanan, “İki günü eşit olan zarardadır” hadisine ittibâ ederek daima gayretli olanlarındır.

Bayram; bütün bunlarla; insanlığın iki cihanda da mesut olması için, farklılığa saygılı olan; durumun gerektirdiği medenî usul ve iletişim imkânlarını kullanan; ortak olan maddî ve manevî değerleri, doğru bir İslâmî anlayışla yorumlayarak; nefsin hevesâtına ve tecavüzâtına sed çekip, ruhu ulvî şeylere teşvik ve ulvî hissiyâtını tatmin ederek; kendini ve diğer insanları kemâlâta sevk eden, onları üstün insanlar haline getirmeyi, bu âlemde de mükemmel bir medeniyet ortaya çıkarmayı, yaratılış gayesi olarak gören; ona ulaşmaya azimle çalışan; gözü yaşlı müminlerin, nurun halis talebelerinindir...

***

Netice olarak bayram;

Allah’tan korkmaktır;

Günahları terk etmektir;

Sünnet-i Seniyyeye ittibâdır,

Takva ile bezenmektir;

Yakîn hasıl etmektir;

Sıratı geçmektir;

Amel defterini sağdan alabilmektir;

Mahkeme-i kübrâda berat senedini elde etmektir;

Vatan-ı aslîmiz olan cennete ebedî kalmak üzere kavuşmaktır;

Rahman’ı temâşâdır;

Ebedî âlemlerde de bayram yapabilmektir;

Saadet-i dareyne mazhariyettir.

Allah, hepimize, evlâd-ı iyalimizle, akraba-i taallukatımızla, bütün kardeşlerimizle, bütün iyi insanlarla beraber, inşallah, bu keyfiyette bayramlar nasip etsin.

Halil KÖĞRÜCÜOĞLU

27.12.2007


Arayışlarım bitmedi, devam ediyor (4)

“Sözler” dediler.

Kitaba baktım. Hacimli ve kalındı. Şöyle bir karıştırdım. Bir an gözüme çok büyük göründü. Tembellerin dediği gibi gözüme büyümüştü. Ne yapsam ki? Ama okumaya karar vermiştim. Ne olursa olsun bu yaz tatilinde en az bir Risâle okuyacaktım.

Almak istedim, ama param yetmiyordu. Bunun başka yolu da olmalıydı. Emanet alıp okumak gibi. Hani “Al götür, oku getir” cinsinden bir şey.

“Ben bunu okuyup getirsem olur mu?” dedim.

“Olur!” dediler.

“Ama yaz tatilinde köyümde okuyacağım!” dedim.

“Olsun!” dediler.

Hazine bulmuş gibi sevindim. Sözler Risâlesini sevgiyle aldım, itinayla tahta bavuluma yerleştirdim. Gözümü kapıya diktim. İstediğimi bulmuştum ya. Zaman ne çabuk geçiyordu? Kalkmak için izin istedim. Teker teker kucaklaştık. Allah dostlarından ayrılmak zor oldu ama.

“Tekrar buluşmak ve görüşmek temennisiyle” dedik.

Tahta bavulumu elime aldım. Bu sefer eskisi gibi ağır gelmedi. Geldiğim istikamette yürümeye başladım. Birkaç adım yürüdükten sonra geri dönüp dershaneye bir kez daha baktım. Binayı yukarıdan aşağıya süzdüm. İçimden bir kere daha “Sana doyamamıştım, tekrar görüşmek üzere” dedim.

Buraya benim gibi daha kimler gelmiş, kimler gitmişti? Bunları konuşmaya vakit bile bulamamıştım. O gün dershanede başka kimler vardı? Onları da hatırlamıyorum.

Üstad Said Nursî’nin dediği gibi “Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var”dı.

En bahtiyar kimdir? Bunun cevabı da aynı yerde veriliyordu: “Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (Mektubat, 16. Mektub, 5. Mesele)

Bu duygu ve düşüncelerle köyümün yolunu tuttum. O gün akşam olmadan sıla hasretiyle anne ve babama kavuşmuştum. Kısa bir özlem giderdik. Uzun bir ayrılık kısa bir yaz tatiliyle yer değiştirdi. Onlara göre okulda bol bol dinlenmiştim. Meğer tatilden dönüyormuşum. Halbuki okulların yaz tatili adı üstünde öğrencilerin dinlenme zamanıydı. Her ne ise...

Beni “dört gözle” beklediklerini söylediler. Yaz mevsimi başlamış, köy işleri kızışmıştı. Belli ki, bir çok iş de beni bekliyordu. Kısacası yardım bekleyenlerin imdadına yetişmiştim. Olsun, elimden geleni yapmaya hazırdım. Onlar çalışırken ben nasıl yatabilirdim?

Bavulumu boşalttım. Sözler Risâlesini yüksekçe bir yere yerleştirdim. Hemen bir okuma plânı yaptım.

(Devam edecek)

Ahmet ÖZDEMİR

27.12.2007


Her zaman vakar ve sabır

Bir gün, Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), muhterem eşi Hazret-i Ayşe validemiz (ra) ile birlikte hâne-i saadette oturmaktaydılar. Bu sırada içeriye Yahudi bir adam girdi ve selâm yerine kelime oyunu yaparak:

“Es-sâmu aleyküm! (ölüm üzerinize olsun)” dedi.

Peygamber Efendimiz de (asm) sadece:

“Aleyküm! (Sizin de üzerinize olsun)” buyurdu.

Çok geçmedi, az sonra, başka bir Yahudi daha geldi. O da selâm yerine: “Es-samu aleyküm! (ölüm üzerinize olsun)” dedi.

Peygamber Efendimiz de (asm) tekrar sadece:

“Aleyküm!” buyurdu.

Yahudilerin “Es-selâm” yerine “Es-sam” demelerinin tesadüf olmadığı; bunun, Resûl-i Ekrem Efendimizi (asm) dil ile incitmek için yapılan bir plân olduğu anlaşılıyordu.

Hazret-i Ayşe buna çok öfkelendi ve:

“Ölüm sizin de üzerinize olsun!’ diye bağırdı.

Resûl-i Ekrem (asm) bu defa Hazret-i Ayşe’ye buyurdu ki:

“Ey Ayşe kötü söyleme! Kötü söz ortamın havasını bozar, kötülüğü davet eder. Şekillenirse kötülük ve çirkinlik gerçek olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak ise daha güzeldir. Niçin sinirlenip öfkelendin?”

Hazret-i Ayşe validemiz (ra):

“Ya Resûlallah! Görmüyor musun bunlar küstahlık ediyorlar ve utanmadan selâm yerine sam diyorlar?” dedi.

Peygamber Efendimiz (asm):

“Evet, görüyorum. Onun için ben de, ‘Aleyküm’ yani ‘sizin de üzerinize olsun’ diye cevap verdim. Bu kadarı yeterliydi!” buyurdu.

Süleyman KÖSMENE

27.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri