Dün gazetemizin Medya Politik sayfasında Ahmet Altan’ın “Cumhuriyet” başlıklı bir makalesi iktibas edilmişti.
Altan'ın makalede değindiği bazı noktalar, Said Nursî'nin de yıllar önce üzerinde durduğu ve eserlerinde dile getirdiği mevzular olması bakımından dikkat çekiciydi.
Makaledeki ilgili cümleleri, altlarına bazı yorumlar ekleyerek, tekrar dikkatlerinize arz etmek istiyorum:
* “İkinci Meşrutiyetle Cumhuriyetin ilk dönemlerini kıyaslarsanız, Cumhuriyetin çok daha koyu bir istibdada sahip olduğunu görürsünüz.” (A.Altan)
Padişahlık, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin üçünü de gören ve yaşayan Said Nursî, Cumhuriyetin ilk yıllarında, bu kıyaslamaya, “Evet, daha dehşetli bir istibdad ile pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler” diyerek işaret ediyordu. (Tarihçe-i Hayat, s. 48)
* “Cumhuriyet, Osmanlı'nın toplumsal yapısı üzerine İttihadçı kadrolar tarafından bir diktatörlük olarak kuruldu.” (A.Altan)
Daha Meşrutiyet yıllarındayken İttihad ve Terakkî’nin istibdadına karşı "İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası (elbisesi) giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım" diyen Said Nursî, Cumhuriyet yıllarında da aynı çizgisini şu sözleriyle sürdürmüştü:
“...istibdâd-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ nâmı vermekle, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefâhet-i mutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebî hesabına darbeler vuruyorlar.” (Târihçe-i Hayat, s. 363)
* Altan, "Yolunu ve yönünü hiçbir zaman net olarak tespit edemedi" dediği Cumhuriyet için "Hem Batılılar gibi olmak istiyor ama Batılılardan nefret ediyor" diyor.
Said Nursî, Meşrutiyet yıllarında şöyle dikkat çekmişti bu mânâya: "Terakkimiz, ancak milliyetimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellîsiyledir. Yoksa, ‘Yürüyüşünü terk etti, başkasının da yürüyüşünü öğrenmedi’ diye olan darb-ı mesele mâsadak olacağız." (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 46)
* “(Cumhuriyet,) yıktığı padişah aynı zamanda ‘halife’ olduğu için onun din üzerindeki doğal etkisini, dini kontrol altına alarak azaltmaya uğraşıyordu.” (A.Altan)
Bu cümlesiyle de Altan; sanki çeyrek asır sürgünden sürgüne gönderilerek rahat bırakılmayan Said Nursî'ye Cumhuriyet idarecilerinin yönelttiği şu pişkin ifadeleri hatırlatıyor: "Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun; bu işlere karışmaya hakkın yok." (Mektubat, s. 72)
Ne dersiniz? Günümüz Cumhuriyet aydınlarından biri olarak Ahmet Altan'ın bu mânâlara dikkat çekmesi, alınan mesafe açısından sevindirici bir husus değil mi? Darısı diğer aydınlarımızın başına...
29.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|