İstanbul’dan okuyucumuz:
*“Bir arkadaşım, Cuma günü işlenen günahların iki kat yazıldığını okuduğunu söylüyor. Bu ne demektir? Gerçekliği var mıdır?”
1- Bir sözün doğru olup olmadığını ölçüp tartmak için kim söylemiş, ne söylemiş, ne makamda söylemiş, niçin söylemiş ve hangi kayıtlarla söylemiş olduğuna bakmalıdır. Bu ana unsurları tesbit etmeden ucu ve sonu kırpılmış bir söze doğru mânâ vermek imkânsızdır.
2- Cuma günü Müslüman’ın haftalık bayramı olduğundan, bu günde hayırlı amel yapmaya, duâ ve zikirleri artırmaya, tevbe ve istiğfarda bulunmaya ve icabet saatine denk gelir ümidiyle gün boyu duâ ve niyazı eksik etmemeye dinimizde bolca teşvik vardır.
3- Cuma günü Cuma namazı esnasında hür ve mazereti bulunmayan bir kimsenin Cuma namazına gitmeyip başka işlerle meşgul olması haramdır. Cuma namazı saatinde—mazereti bulunmadığı halde—Cuma namazını kılmamak ve bu saatte dünya işleriyle ilgilenmek gibi bir “çifte günahtan” söz etmek mümkündür.
Bu mânânın dışında Cuma gününe tahsisli bir çifte günah söz konusu değildir.
***
Âdem Bey:
*“Bulunduğum ortamda arkadaşların bazı kusurlarını görüyorum. Gerek ibadetlerinde, gerekse sünnet-i seniyyede, bunlardan bazıları onları şirke götürecek nitelikte. Ben bunları bazen uyarma ihtiyacı duyuyorum ve uyarıyorum. Onlar ise, Allah ile kul arasına girilmez ve herkesin bildiği kendine yeter diyorlar. Bunlara nasıl cevap verebiliriz?”
1- Öyle anlaşılıyor ki, kendimizden fazla etrafımızla ilgiliyiz. Oysa efdal olan ve makbule geçen arkadaşlarımızın kusurlarını görmek yerine, kendi kusurlarımızı görüp izalesine çalışmaktır.
2- Çevremize karşı görevlerimizin en başında “iyi örnek” olmak gelmektedir. Doğru inancımızı ancak iyi ahlâkla dışa yansıtabiliriz.
3- Bazı durumlarda etrafımızı ve çevremizi uyarmak görevimiz de olur şüphesiz. Fakat bu durumda;
a) Muhakkak yumuşak sözlü olmalıyız.
b) Muhakkak saygın ve nazik bir ifade kullanmalıyız.
c) Sözü damarına değil, mutlaka kalbine işletmeliyiz.
d) Kendimiz yaşamadığımız bir meseleyi uyarı konusu yapmaktan kesinlikle kaçınmalıyız.
e) Samimî bir üslûp kullanmalı, fazilet satışı yapan üslûplardan uzak durmalıyız.
f) Gururlu değil; mütevazı olmalı ve bunu geçici bir gaye için değil, kalıcı bir hayat prensibi olarak yaşamalıyız.
g) Uyardığımız ve zaman zaman uyarma ihtiyacı hissettiğimiz kişilerin diğer zamanlarda diğer problemleriyle de ilgilenmeli, kalbimizle onun kalbi arasında sıcak bir iletişim köprüsü kurmalıyız. Her fırsatta bu köprüyü pekiştirmeli, çeşitli hatalar ve olumsuzluklarla bu köprünün tahrip edilmesine meydan vermemeliyiz.
h) Eğer bütün bunlara rağmen davranışlarında olumlu bir gelişme izlememişsek; sabırlı olmalı, itham etmekten, kınamaktan, yargılamaktan ve başkalarının yanında küçük düşürmekten kaçınmalıyız ve ıslâhı için gıyabında duâ etmeliyiz.
***
Ramazan Bey:
*“Müslüman bir ülkede doğan ile gayr-i Müslim bir ülkede doğanın Allah katındaki sorumluluk durumu nasıldır?”
Allah verdiği nimetlerden sorumlu tutar, vermediği nimetlerden sorumlu tutmaz. Allah (cc)—hâşâ—zâlim değildir. Müslüman bir ülkede doğup İslâmiyet’i öğrenme imkânına sahip olanların bu yüce dîni öğrenip yaşamaları bir yükümlülük halini alır.
Müslüman olmayan bir ülkede doğduğu halde İslâmiyet’ten haberi olmayan birisi ise, başlangıçta sırası ile; a) “inkâr etmemekle”, b) “Allah’a inanmakla” ve c) “Hazret-i Muhammed’i (asm) Allah’ın kulu ve elçisi bilmekle” yükümlüdür. Bu yükümlülüklerini yerine getiren birisi, yeni bilgilere ulaştıkça gereği ile amel etmekle de yükümlü olur.
29.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|