İlker Bey: “Şu âyeti açıklar mısınız: ‘Onlara karşı gücünüz yettiği kadar—Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere—kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir’ (Enfal/60) Kur’ân burada ‘besili at’tan bahsediyor. Oysa günümüzde artık besili ata ihtiyaç bulunmuyor! Kur’ân’ın evrensel niteliği açısından bu durumu nasıl izah edebiliriz?”
Kur’ân’da esas olan maksattır. Maksat ifade edilirken günlük dilin kullanılması gayet tabiîdir. Kur’ân’ın, meselelerini anlatırken nâzil olduğu toplumca bilinen malzemeleri kullanması fesâhatının, i’câzının ve rahmet eseri oluşunun bir gereğidir. Çünkü ilk toplumun kullandığı malzemeler, sonraki toplumlarca da bilinir; fakat sonraki toplumlarca kullanılan bir malzemenin, önceki toplumlarca bilinmesi mümkün değildir.
Meselâ burada Kur’ân, “besili at” yerine, “tank”tan, “füze”den veya “atom bombası”ndan bahsetseydi, eski kavimler için anlaşılır bir kitap olmaktan çıkardı. Oysa Kur’ân evrensel olduğundan dolayı her asrı kucaklamış, her asra nur ve rahmet olmuş, her zamanı ihata etmiştir.
Âyette geçen “besili at” ifadesi, savaş malzemesi olabilecek her yeniliği kapsar mahiyettedir. Zaten, buradaki “besili at” deyimini yine aynı yerde geçen “kuvvet” tâbiri tefsir etmektedir. Yani savaş malzemesi olabilecek çapta bütün imkânlar seferber edilecek, yenilikler takip edilecek ve muasır imkânlarla gerekli donanım eksiksiz sağlanacaktır.
***
Cemal Bey: “Tabiat Risâlesinde, ‘İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar’ cümlesine göre gayr-i ihtiyarî, anında veya biraz sonra pişman olacağımız, aslında razı da olmadığımız sözlerden mes’ûl müyüz?”
Bedîüzzaman Hazretleri Tabiat Risâlesinde kâinatın oluşumunda ve yaratılışında sebeplerin, kendi kendine oluşun ve tabiatın asla makam ve yetki sahibi olmadığını, her şeyin doğrudan Allah’ın kudreti ile yaratıldığını ispat ediyor. Bu risâlenin başlangıç kısmında ehl-i imanın da, farkında olmadan kendisi aleyhine sonuçlanabilecek dehşetli bir takım sözleri söylediğine vurgu yapılıyor. Ehl-i imanın kullandığı bu kelime ve söz hatalarından üç tanesi zikrediliyor ve şirke çok yakın olduğu için muhakkak sakınılması isteniyor. Meselâ konuşmalarda doğrudan Allah’ın kudretine değil, sebeplere de pay verir kelimeler kullanmak veya kendi kendine oluşu telaffuz eder cümleler sarf etmek; ya da varlıkları tabiatın iktizası gibi gören konuşmalarda bulunmak yahut Allah’ın vahdaniyetine uygun düşmeyen kelime veya cümleleri telaffuz etmek bu cümleden hatalı sözler olarak sayılabilir.
Hiç şüphesiz sözlerimizden ve konuşmalarımızdan mes’ûlüz. Atalarımız, “Bin düşün; bir söyle!” veya “Konuşmak gümüşse, sükût altındır!” diye sanırım bu ağır mes’ûliyete işâret etmişlerdir. Ağzımızdan çıkan kelime veya cümlelere dikkat etmeli, pişman olacağımız veya bizi mahcup edecek sözcükleri mümkünse kullanmamalıyız. İsabetsiz veya yanlış sözlerimizle eğer insanları kırmış isek, özür dilememiz; eğer Allah’a karşı hatalı konuşmuş isek de hemen tevbe etmemiz daha uygun olur. Her hatanın, günahın ve kusurun “tevbe ve istiğfar” ile dönüşü vardır. Ancak daha sonra aynı sözcükleri dilimize almamaya, aynı hataları yapmamaya özen göstermemiz gerekir.
***
Bekir Bey: “Akşam namazının farzı neden önce kılınıyor?”
İbadetler “taabbüdî”dirler. Yani ibadet olduğu için yapılırlar. İllet ve sebepleri emirdir. Emroldukları için, emroldukları vakitlerde, emroldukları şekliyle yapılırlar. İbadetler, aklın muhakemesine bağlı değildirler. Akıl ve yorum kaldırmazlar.1 Namazların kaçar rek’at oldukları, hangi vakitlerde kılınması gerektikleri, namazların kılınma şekilleri... vs. tamamen ve doğrudan vahiyle sabit kılınmıştır. “Akşam namazının farzı neden önce kılınmaktadır? Neden üç rek’attir? Sünneti neden iki rek’attir? Yolculukta meşakkat olmadığı halde neden namazı kısaltıyoruz?” gibi soruların tamamına verilecek tek cevap: “Emir böyle olduğu için”dir! Başka türlü verilebilecek cevaplar mûteber ve müstakîm değildir.
Dipnotlar:
1- Bakınız: Mektûbât, s. 385
28.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|