İzmir’den okuyucumuz:
*“Kayıp bir eşyâ bulduğumuzda neler yapmalıyız? Kayıp eşya kullanılır mı? Kullanılırsa şartları nelerdir?”
İslâm hukukunda buluntu mallara, yani yolda veya umumî bir yerde bulunan ve sahibi bilinmeyen mallara “lukâta” denir.
Lukâtâyı almanın hükmü ikidir:
1- Eğer lukâtânın kaybolacağı, telef olacağı, zâyî olacağı, çalınacağı ve sâir olumsuzluklarla mal sahibine ulaşmayacağı anlaşılırsa, mal sahibine ulaştırmak amacıyla el koymak farzdır.
2- Eğer lukâtâ zayi olma, çalınma ve telef olma korkusu duyulmayan ve mal sahibine ulaşacağı bilinen emîn bir yerde bulunuyorsa onu oradan almak farz değildir.
Kayıp bir mal bulunduğunda, imkânlar ölçüsünde elde bulunan bütün duyuru araçları kullanılarak îlân edilir. Îlân edilirken malın cinsi, miktarı, modeli, markası, tipi… vs. mal sahibini keşfetmeye yarayan özellikleri açıklanmaz. Böylece malın, mal sahibi olmayan birisi tarafından alınmasına da engel olunmuş olur.
Sosyal iletişim araçlarıyla yeterli derece îlân edildikten sonra buluntu malın sahibi ortaya çıkmamışsa, bulan kimse serbesttir: Dilerse onu bir süre daha elinde tutar, dilerse bir fakîre geçici sadaka olarak verir. Dilerse ve kendisi de fakir ve muhtaç durumdaysa bu malı kendisi kullanır. Şayet bir süre sonra mal sahibi ortaya çıkarsa, mal tekrar mal sahibine iâde edilir veya bedeli ödenir.
Sahibinin lukâtâyı aramayacağını bilen kişi bundan faydalanabilir. Meselâ devşirilmiş bahçeden arta kalan veya yere dökülen meyveden sahibinin yararlanmayacağı kesin olarak biliniyorsa, toplanıp kullanılabilir.
Fakat sahibinin bunu kullanmayacağı bilinmiyorsa, bu mal kullanılamaz; mal sahibi haberdar edilir. Mal sahibi bilinmiyorsa ilân edilir.1
***
İstanbul’dan İbrahim Bey:
*“Yirmi Dokuzuncu Sözde bahsedilen zulmet bahsi, hava ve elektrikten yaratılan zîşuur mahlûklar kimlerdir?”
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri meleklerin muhtelifü’l-cins olduğunu, yani cinslerinin muhtelif olduğunu beyan ediyor.2 Yirmi Dokuzuncu Sözün, bahsettiğiniz Mukaddime bölümünden sonra gelen Birinci Maksad’ında ve birinci maksadın “Esaslar”ında konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar bulmak mümkündür.
Meselâ Birinci Esasta, nurdan, zulmetten, esir maddesinden, mânâlardan, havadan, kelimelerden hayat ve şuur sahibi mahlûklar bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, hayvanların pek çok muhtelif cinsleri bulunduğu gibi ruhânî mahlûkların da o lâtîf ve seyyâl maddelerden çok çeşitli cinslerde yaratılmış olduğunu, onların bir kısmının melekler, bir kısmının rûhânîler ve cin cinsleri bulunduğunu kaydeder.3
Yine aynı Esas’ın son bölümünde ise Üstad Hazretleri, daha açık biçimde nardan, nurdan, ışıktan, ateşten, zulmetten, havadan, seslerden, hoş kokulardan, kelimelerden, esir maddesinden, elektrikten ve sair lâtif maddelerden yaratılmış olan ruh ve şuur sahibi mahlûklar bulunduğunu; meleklerin cinslerinin maddelerin cinsleri gibi muhtelif bulunduğunu, bunlara Şeriatın “melâike, cinler ve ruhâniyât” dediğini beyan eder. Bedîüzzaman Hazretleri bir katre yağmurda görevli meleğin, güneşte görevli melek cinsinden olmadığını, cinlerin ve ruhanîlerin de aynı şekilde muhtelif cinsleri bulunduğunu belirtir.4
Dipnotlar:
1- Fetâvâ-yı Hindiye, 4/377
2- Sözler, s. 465
3- Sözler, s. 468
4- Sözler, s. 469
25.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|