Menemen'de her yıl olduğu gibi bu yıl da aynı nakaratlar okundu, aynı teraneler tekrarlandı durdu: "Türkiye laiktir laik kalacak"; "İrticanın başı ezilecek"; "Yobazlara fırsat verilmeyecek"; vesaire...
Çağdaş yobazlara, modern zaman mürtecilerine yüksek sesle hatırlatmak gerekir ki, kanlı Menemen hadisesi 1930'da (23 Aralık) yaşandı ve Türkiye o tarihte resmî olarak laikliği henüz kabul etmiş falan değildi.
Laikliğin resmen kabul edilmesi ve anayasa metninde yer alması, o tarihten yaklaşık yedi sene sonradır.
Dolayısıyla, gerçek mahiyeti 77 yıldır hâlâ bilinmeyen ve arka plânı karanlıkta kalan Kubilay cinayetinin laiklikle herhangi bir bağlantısı bulunmuyor.
Tarih ilmi, bunca senedir yapılan zoraki tevillerle kasıtlı yönlendirmeleri usûl bakımından bozuyor, tekzip ediyor.
Gelelim esasa...
Gizli din ve İslâmiyet düşmanları, çok gaddarâne, vahşiyâne işlenmiş olan o cinayeti, kast–ı mahsus ile dindar Müslümanlara yamamaya ve faturayı da onlara çıkarmaya çalıştı.
Ne yazık ki, bu sinsi plânda önemli ölçüde başarı da sağlandı. Onlarca, hatta yüzlerce mâsumun canı yakıldı; yüz binlerce, hatta milyonlarcası da zan ve töhmet altında bırakıldı.
Arlanmaz, uslanmaz vicdansızlar, bugün bile aynı yönde at koşturma hevesinde.
Oysa, hakikat–i hal, onların bu cihetini de tekzip ediyor, sınır tanımaz yalancı olduklarını adeta haykırıyor.
Şöyle ki:
1) Mukaddes İslâmiyet dini, böylesi bir cinayetin işlenmesine asla müsaade etmiyor. Kesinlikle reddediyor.
2) Dinin emir ve yasaklarına göre, hiçkimse dahilde kendi başına hareketle bir başkasını kalkıp cezalandıramaz. Bir başka vatandaşın kanını dökemez. Dahası, böylesi bir cinayetin tarih boyunca kabul edilmiş, hatta hoş görülmüş herhangi bir misâli de yoktur.
3) Kubilay cinayeti, 77 yıldır "yobazlar, mürteciler" denilerek dindarlara mal edilmeye çalışıldığı halde, bunca zamandır bir tek dindar adam ortaya çıkıp da o cinayeti kabullenmiş, yahut benimsemiş değildir. Yani, şimdiye kadar hiç kimse çıkıp da cânilerle iftihar etmiş, ya da "Kubilay'a oh oldu" falan demiş değildir.
4) Dindarların Kubilay'ın aleyhinde veyahut canilerin lehinde, bugüne kadar bir açıklamada bulundukları, yahut bir makale neşrettikleri vaki olmuş değil. Hatta öyle ki, din düşmanları dahi bu yönde bir iddiada bulunamıyor. Hiç kimsenin elinde bu mânâda bir delil, ispata yarar bir belge bulunmuyor. Olsaydı şayet, bunu üstelik bağıra çağıra piyasaya süreceklerdi.
Madem öyle, o halde neden bu iflâh olmaz din düşmanlığı ve niçin bunca zamandır sürüp gelen vahşiyâne saldırganlık?
Evet, bu delilsiz, ispatsız saldırganlık açıkça gösteriyor ki, dinden rahatsız olan ve dindarlardan hiç hazzetmeyen gizli münafıklar var, ikiyüzlü gaddarlar var.
77 yıldır haksızcasına, vicdansızcasına attıkları salvoları, onlara iade etmekten başka elden ne gelir, doğrusu şimdilik bilemiyoruz.
GÜNÜN TARİHİ 25 Aralık 1683
Bozgun ile hatırlanan bir kahraman
İkinci Viyana Kuşatması esnasında, Osmanlı ordusunun uğramış olduğu bozgunun bedelini hayatıyla ödeyen Sadrâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Padişah IV. Mehmed'in fermanıyla Belgrad'ta idam edildi.
Paşa, bu tarihe kadar hem Başkomutan (Serdâr–ı Ekrem), hem de Sadrâzam, yani Başbakandır.
(Bazı kayıtlarda, idam tarihi olarak '15 Aralık 1683' şeklinde yazılsa da, doğru tarih 25 Aralık'tır. 15 Aralık, azil ve idam fermanının çıkarılmış olduğu tarihtir ki, idam ancak 10 gün sonra gerçekleşebilmiş.)
Belgrad'ta (Sırbistan) bulunan Kara Mustafa Paşaya önce padişahın azil (vazifeden alma) fermânı tebliğ edilir. Paşa ise, bunu hürmetle karşılar ve şu mukabelede bulunur: "Hakkımızda azilden başka bir emr û fermân var mıdır?"
Tebliğci, "Belî paşam, vardır" diyerek ölüm fermânını uzatır.
Merzifonlu, bunu da metanetle karşılar ve fermanları öperek başına koyar... Sıra infaza gelir. Cellatlar hazırda bekliyor.
Paşa, hemen oracıkta abdest tazeler, iki rekât namaz kılar ve "Gelin, ben hazırım" der.
Cellatlar gelirken de, halının kaldırılmasını ister. Tâ ki, kafası kesilirken akacak kandan halı kirlenmesin, kanı toprağa düşsün diye...
* * *
Merzifonlu, önce boğularak idam ediliyor. Ardından, kafası gövdesinden ayırt ediliyor. Gövdesi Belgrad'ta defnedilirken, kesik başı ise, tâ Edirne'ye kadar getirtilerek padişaha gösteriliyor.
Şehid paşanın kesik başı, Edirne'deki Sarıcapaşa Camii haziresinde medfun. Mezartaşında, bugünkü Türkçe ile şunlar yazılı: "Sadrâzam ve Serdârıekrem Kara Mustafa Paşa, çevresini ermişlerin sardığı bir makama gitti. Çok gayret gösterdiği gazalardan yaptıklarından ötürü, suçu yokken öldürüldü. Şimdi ebediyen kalacağı Cennetin Firdevs Bahçesinde, hem şehit, hem said olarak ikamet ediyor."
Tarihçilerin yorumu
Tarihe not düşen ve bu dönemi yorumlayan tarihçilerden hemen hiçbiri, Kara Mustafa Paşanın bu cezaya müstehak olduğunu iddia etmiyor.
Aksine, birçok kaynakta onun çok ağır bir bedelle cezalandırıldığı ifade ediliyor.
Ceza o kadar ağırdır ki, koca Osmanlı Devleti dahi, o günden sonra belini bir daha doğrultamıyor. Duraklama, yerini gerileme ve daha sonra da çöküş demlerine terk etti.
Bağdat'ın fethinde şehit düşmüş bir sipahî babanın oğlu olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, devlet ve millet hizmetinde pekçok yararlılıklar gösteren bir kahraman ve sayısız hayır eserleri inşa ettiren civanmert bir şahsiyet olduğu halde, onun sadece "Viyana Bozgunu" ile yâd ediliyor olması, feleğin acı ve hüzün veren bir cilvesi olsa gerektir.
25.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|