Mekke ile Medine’de inen âyetlerin farkı
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın Mekke sûreleriyle, Medine sûreleri belâgat noktasında ve i’câz cihetinde ve tafsil ve icmal veçhinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki:
Mekke’de, birinci safta muhatap ve muarızları, Kureyş müşrikleri ve ümmîleri olduğundan, belâgatça kuvvetli bir üslûb-u âlî ve i’cazlı, muknî, kanaat verici bir icmal; ve tespit için tekrar lâzım geldiğinden, ekseriyetle Mekkiye sûreleri erkân-ı imaniyeyi ve tevhidin mertebelerini gayet kuvvetli ve yüksek ve i’câzlı bir îcaz ile tekrar edip ifade ederek, mebde’ ve meâdı, Allah’ı ve âhireti, değil yalnız bir sayfada, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede, belki bazan bir harfte ve takdim-tehir ve târif-tenkir ve hazf-zikir gibi heyetlerde öyle kuvvetli ispat eder ki, ilm-i belâgatın dâhî imamları hayretle karşılamışlar. Risâle-i Nur ve bilhassa Kur’ân’ın kırk vech-i i’câzını icmalen ispat eden Yirmi Beşinci Söz zeyilleriyle beraber ve Kur’ân’ın nazmındaki vech-i i’câzı hârika bir tarzda ispat eden Arabî Risâle-i Nur’dan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri bilfiil göstermişler ki, Mekkiye olan sûre ve âyetlerde en âlî bir üslûb-u belâğat ve en yüksek bir i’câz-ı îcâzî vardır.
Amma, Medeniye sûre ve âyetlerde, birinci safta muhatap ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasârâ gibi ehl-i kitap olduğundan, mukteza-yı belâğat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vâzıh ve tafsilli ve üslûpla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usulünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşeleri ve sebepleri olan cüz’iyatın beyanı lâzım geldiğinden, o Medeniye sûre ve âyetlerde, ekseriyetle tafsil ve izah ve sade üslûpla beyanat içinde, Kur’ân’a mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla, birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisâlini iman-ı billâh ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder, o makamı nurlandırır, ulvîleştirir.
Asâ-yı Mûsâ, s. 58
Lügatçe:
belâgat: İyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme.
i’câz: Taklîdi mümkün olmayacak derecede güzel ve düzgün söz söyleme.
tafsil: Etraflıca bildirme.
icmal: Özetle bildirme.
üslûb-u âlî: Yüksek üslup.
erkân-ı imaniye: İman esasları.
îcaz: Az sözle çok mana ifade etme.
mebde’: Evvel, ilk.
meâd: Son, âhiret.
vech-i i’câz: Mucizelik yönü.
i’câz-ı îcâzî: Az sözle çok mânâ ifade etmede mucizelik.
târif: gr. Bir ismi belirli yapma.
tenkir: gr. Bir ismi harf-i târifsiz kullanarak belirsiz yapma.
hazf: Aradan çıkarma.
fezleke: Özet.
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Seydişehir evliyasından Hacı Abdullah Efendi bir yaz mevsiminde bir dâvete katıldı. Davet sahibi zatın üzüm bağı ve meyve ve sebze bahçesi vardı. Fakat bahçede suyu olmadığı için bağından ve bahçesinden verim alamıyor, sıkıntı çekiyordu. Bağın veya bahçenin içinden bir su çıkarabilmeyi çok istiyor, fakat bu işi nasıl yapabileceğini bilemiyordu.
Hacı Abdullah Efendi dâvet sırasında:
“Ahmet! Bana bahçeni gezdir!” dedi.
Bahçeyi birlikte gezdiler.
Üzüm bağına gelince Hacı Abdullah Efendi etrafın toprağını bir süre inceledikten sonra: “Ahmet! Şurayı kaz oğlum! Burada inşallah istediğini bulursun!” dedi.
Ahmet Efendi orayı bir taş koyarak tesbit etti. Misafirlerini uğurladıktan sonra da yatsı vaktinde hemen kollarını sıvadı. Bir fener yaktı ve fenerin ışığında işaret edilen yeri kazmaya başladı.
Yarım metre kazmamıştı ki, berrak, soğuk ve tertemiz bir su çıktı. Ahmed Efendi sevincinden şükür secdesine kapandı. Bağın ve bahçenin verimi bu su ile birlikte arttı.
(Evliyalar Ansiklopedisi, 6/318)
|