Eti helal olan evcil hayvanların etinden, sütünden, yününden… istifade etmek için beslendikleri gayet açık bir husus.
Dolayısıyla, bunların usulü dairesinde kesilmeleri, hiçbir şekilde yadırganmaz ve yadırganmamalı.
Hoşa gitmeyen bir durum varsa, o da lalettayin bir yerde veya dinen belirlenmiş usullerin dışına çıkılarak yapılan kesimlerdir.
Bu kesim tarzlarında Kurban Bayramlarında daha çok rastlandığı için, ne yazık ki, hariçten gazel okuyanların tenkit okları da otomatikmen ‘kurban’ ibadetine yöneliyor.
Oysa, bu ibadetin hakkı verilerek yerine getirilmesi halinde, ortada itici, incitici hiçbir sebep kalmaz.
Ayrıca, eti için yetiştirilmiş olan bir hayvan, kurban günlerinde olmasa bile, bir başka zaman mutlaka yine kesime gidecektir.
Bu nokta-i nazardan, hayvanın kesilmesine gereksiz yere acımanın, ona merhamet edip hiç kesmemenin aklı, vicdanı tatmin edecek hiçbir izah tarzı olmaz. Ayrıca, kurban kesmenin sosyal yardımlaşma ve psikolojik rahatlama gibi daha başka faydaları da var ki, hikmetleri saymakla bitmeyecek kadar çok.
Bununla beraber, dini vecibelerin dışında olarak, hayvanlara yapılan eziyetlerin o kadar çok sarsıcı örnekleri var ki, asıl bunların üzerinde durmak gerekir. Mesela, insafsız avcıların yer yer yaptıkları katliamlar sayesinde, ekolojik denge bozulmuş durumda. Bu acı vak’aların önüne de bir türlü geçilemiyor.
Öte yandan, İspanya gibi bazı ülkelerde yapılan boğalı gösteriler, hatta arenada ve binlerce insanın alkışları arasında sergilenen öylesin vahşiyane, gaddarane adetler var ki, bakınca insanın tüyleri ürperiyor.
Arenada boğa ile karşı karşıya gelen gaddar ruhlu kişi, çeşitli oyun ve hilelerle yanıltmaya çalıştığı hayvana, her fırsattan istifade ile öldürücü darbeler indiriyor. Sonunda, sadistçe bir zevk içinde, o hayvanı öldürüyor. Bu arada yaşanan en feci bir durum da, seyircilerden bir alkış tufanının kopmasıdır.
Bir başka tuhaflık, bizde ve başka ülkelerde zaman zaman yaşanan horoz dövüşleri, köpek dövüşleri gibi son derece itici, iğrenç örf ve adetlerdir.
Şimdi, kalabalıkların gözleri önünde hayvanlara yönelik olarak sergilenen bunca vahşet örnekleri varken, kalkıp kurban kesimlerini tenkit etmek, bu makbul adetin-ibadetin aleyhinde bulunmak, doğrusu bize hiç de insani ve medeni bir tavır şeklinde görünmüyor. Bu olsa olsa, insani maskenin arkasına gizlenmiş bambaşka maksatların bir çeşit dışa vurumudur.
Bereket ki, inancı sağlam halkımız, bu maksatlı söylentilerin, bu yaygaracı ağızların tesirine kapılmıyor ve imkanları nisbetinde kurban kesim ibadetinin hakkını vermeye çalışıyor.
Yaygaracılar, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da bildikleri okumaya devam edebilirler. Bu, onların vazifesi.
İnananların vazifesi ise, inandığını usul ve adabı dairesinde yaşamaya devam etmektir.
GÜNÜN TARİHİ 19 Aralık 1918
Hem mareşal, hem emireri bir şahsiyet
Mustafa Fevzi Çakmak, Osmanlı hükümetinin Genelkurmay Başkanı oldu.
Askerî sahadaki bilgi ve kabiliyeti sayesinde, ordu kademesinin en üst basamağına kadar çıkan Fevzi Paşa, o güne kadar -ve esasında ömrünün sonuna kadar- siyasiler tarafından ne söylendiyse, ne emredildiyse onu yapmaya çalıştı. Kendisi hemen hiç inisiyatif kullanmadı. Karakteri böyleydi.
Onun üstündeki makamı sorgulama cihetine hemen hiç gitmezdi. Üst makamda oturan kişinin dinli mi, dinsiz mi, dürüst mü sahte mi olduğu, Fevzi Paşayı pek ilgilendirmezdi.
Onun tek bildiği ve hakkını verdiği şey, emri altında olduğu kişinin hemen her dediğini yapmak, her arzusunu yerine getirmekti.
İşte, onun özellikle bu karakteri sebebiyle, bir yandan mareşalliğe kadar yükselecek bir kabiliyet sahibi iken, bir yandan da her emre amade olan bir emirber nefer gibi siyasi otoriteye karşı itaatkâr davranmıştır.
Nitekim, işgalci İngilizlerle arası bozulup Anadolu’ya geçmek mecburiyetinde kaldığında da, onu Ankara hükümetinin emri altında hizmet eden hem bir mareşal, hem de bir emireri rolünde görmekteyiz.
Evet, Osmanlı hükümetinin ardından, Ankara hükümetinin de emrinde ve yine Genelkurmay Başkanı olarak vazife yapan Fevzi Paşa, toplam 24 yıllık görev süresi boyunca, siyasi otoritenin bir dediğini iki etmeyecek kadar itaatkâr çalıştı.
Ancak, asıl hayret edilen yönü şuydu: Kendisi Nakşi tarikatının bir koluna mensup olduğu ve emsallerine nazaran dine bağlı bir komutan olarak bilindiği halde, vazife müddeti içinde din için ve dindarlar lehinde hemen hiç çalışmadı.
Hatta, dinin temelleri yıkılmaya ve dindarlara gavur eziyeti çektirilmeye çalışıldığı zamanlarda bile, sesini hiç yükseltmedi, en ufak bir itirazda dahi bulunmadı.
Tam aksine, dindarlar kan kusturanların emrine uydu ve aynı emir doğrultusunda ordunun kuvvetini kullandı.
Fevzi Paşa, 1922’den 1944’e kadar fiilen ve kesintisiz bir şekilde Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Bu dönemde, tek parti hükümetlerinin vatandaşa kan kusturan bütün icraatlerine hem şahit oldu, hem de aynı zülümlere bilfiil iştirak etti. İsteseydi, bazı uygulamalara rahatlıkla karşı gelebilirdi, ancak hiç karşı gelmedi, bilakis emireri gibi itaatkâr davrandı. Onun bu tuhaf davranışı sebebiyle, dindar kesimlerin de hem kafası karıştı, hem de ümitsizliğin, şevksizliğin ve yılgınlığın dalga dalga yayılması sağlanmış oldu. Buna göre Fevzi Paşa, kelimenin tam anlamıyla kullanılmış oldu.
24.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|