Kurum bağlamış kurumları düşünmekten,devlet adına iş görenlerin tanımsız “ali menfaat” tasavvurundan ve siyasi mizanzenlerinden, bireyi/vatandaşı düşünmeye fırsat kalmıyor.
“Toplum için fert feda edilir” felsefesi, beraberinde “Devlet için toplum feda edilir” noktasına varmaktadır. Sürekli rejimi korumaya matuf bir sistem içinde, demokratik açılımlara imkân doğmamaktadır.
Anayasa mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın kamuoyu ile paylaştığı kurumu ile alakalı iki teklifi, bize bunları hatırlattı. Kılıç’ın birinci teklifi, Anayasa Mahkemesi’ne ferdi baş vuru hakkı. Malum, iç hukuk zemininde dâvâlarını kaybeden insanlarımız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyor. Anayasa Mahkemesi, birey başvurularını alamayıp kurumsal başvurularda kaldığı için, yargıdaki çaresizliğe AİHM çözüm arıyor. Halbuki, Anayasa Mahkemesine ferdi başvuru hakkı verilse, anayasanın uygulanabilirliği açısından içtihat yapma ve toplumla bireyi daha gerçekçi anlama şansı verecektir.
Anayasa Mahkemesi’ne itiraz hakkı, Cumhurbaşkanı, ana muhalefet partisi ve 110 milletvekili bulan partilere bırakıldığı için, başvuru hakkı kurumsal düzeyde tutulmuştur. Bunun sebebi, yine devlet organlarının hükümranlığı elinde tutma hassasiyetinden gelen bir uygulama olsa gerek.
Kılıç’ın bu önerisi kabul görürse, Türkiye’de sivil toplum hareketleri ve mağduriyetini Avrupa kapılarında, AİHM’de arayanlar rahatlayacağı gibi, içerde çözülebilecek mevzuların mali ve hukuki yeni yükler getirmesi de kısmen önlenmiş olacak.
Ferdî hakların korunduğu, bununda amme hukukunun çekirdeği olduğu göz önüne alınırsa, ortak hukukun yeniden tanzimine ve eksikleri gidermeye rehberlik eder.
Haşim Kılıç’ın ikinci teklifi ise, Anayasa Mahkemesi üyelerinin belirlenmesi ile alakalı. Bir kısmının meclis tarafından seçilmesini gündeme getiriyor. Cumhurbaşkanının zatında tapulanmış bir Anayasa mahkemesi iradesi yerine, yasamanın yansıdığı bir yapılanma, Anayasa Mahkemesi’nin algılama ve yorumlama zenginliğine ciddi anlamda katkı yapar.
Sadece rejim kaygılarına göre siyasi iktidarların “dizayn” sürecine hukuki bir tampon rolü üstlendiği izlenimi veren Anayasa Mahkemesi yerine daha özgürlükçü, yönlendirici ve kendini yasa koyucu yerine koymayan demokratik altyapıya kavuşmasını sağlar.
En basiti, 11. cumhurbaşkanı seçiminde, toplanma yeter sayısı için 367 ek şartı ile ortaya koyduğu tavır, daha önceki uygulamalarla ve teamüllerle çatışacak kadar siyasî bir gölge intibaı vermiştir.
Başörtüsü meselesinde, meclisin çıkardığı kanunu iptal etmesine karşılık, yenisi ihdas edilmediğinden, kendini yasa koyucu görüp, yasama erkine müdahale sayılacak yasakçı bir uygulamaya kapı aralaması, başörtü meselesini neredeyse hukuk tarihimizin en çetrefilli konusu haline getirmiştir. Bu şekliyle bir çok insanın, ailenin umutlarını, istikballerini yıkmıştır. Telafisi imkânsız hak gaspına vesile olmuştur.
Kamusal alan tartışmasından tutunda, laiklik tanımına getirilen yorum ve içtihatlar bağlamında geliştirilen yasak mekanizması kadar maalesef bireyin temel hak ve hürriyetlerinden olan eğitim hakkının aleyhine işletilmiştir.
Devlet organizasyonunun görevi, taraflar arasında ahenk sağlayıp vatandaştan yana demokratik uygulamaya ağırlık vermesi gerekirken, kişi aleyhine ve kurum lehine, ideoloji kıstaslı bir yorum, yargı bağımsızlığına gölge düşürmektedir.
Yargının siyasallaştığı iddialarına inanmak istemiyoruz. Görünen köy, kılavuz istemez misali, kuşku uyandıran ve devam eden tartışmalara bakıldığında, üzerinde durulması gereken hassas bir konu olduğu açıktır.
Yeni Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın bu açılımını, demokrasimizin güçlenmesi ve bireyi öne çıkaran adalet terazisi açısından önemli görüyorum. Ancak, sıcak gündemlerle yeni yapılanma önerilerinin gölgelendiği bir vasatta çok tartışılmadı.
Umarım, hukukçular ve yeni anayasa üzerinde düşünenler/çalışanlar, bu açılımı dikkate alırlar.
24.12.2007
E-Posta:
[email protected].
|