Geleceğe yolculuk yaparken, aracın radyosundan; “Önümüzdeki yıl, Unesco tarafından Dünya Bediüzzman Yılı olarak kutlanacak.” haberini duyuyorum. Bütün dikkatim kilitleniyor.
“Şükür Allah’ım. Arkadaşlar başardı” diyerek sevinç çığlığı atıyorum. “Demek ki başvuru kabul edildi. Harik” diyorum ardından.
Dile kolay, tam on yıldır hazırlanıyorduk. Uzun bir yolculuk. Başvuru heyeti, Bediüzzman’a gönül vermiş Nur Talebelerinin ortak iradesiyle teşekkül etmişti.
Temsil adaletini bütün gruplar kendi içinde sağlamıştı. İş bölümü yapmışlardı. Ona göre yeterlilik şartlarını araştırmışlardı. Yoğun ve şevkli bir çalışmanın sonucunda elde edilmiş bir muvaffakiyetti.
Sadece Türkiye’nin talebi olmaktan çıkmıştı sonradan. Yirminin üstünde ülke, ev sahipliği için hazır olduklarını söylemişlerdi. İslâm dünyası Onu halkına anlatmak istiyordu. Avrupalılar da heyecan duymuştu. Bir İslâm âlimi olarak, İslâm dünyası ile kendileri arasında köprü görevi gördüğü için memnundular.
Bediüzzaman’ın Unesco’da kabulüne İskandinav ülkeleri çok sevinmişlerdi. Onların insanî yaşama endekslerine atıf yapan ifadelerine saygıyla mukabele etmek istiyorlardı.
Ruslar da istekliydiler. Ateizmin belini kıran ve Allah inancını insanlarına aşılayan fikirlerinden dolayı. Ayrıca Rusların masum çocuklarına savaş ortamlarında duyduğu şefkati de unutmamışlardı.
Avrupalılar arasında en büyük sahiplenme Almanlara düşmüştü. Çok mutluydular. Peygamberimize takdir hislerini belirten kurucuları Prens Bismark’tan sonra, Almanlara takdir duygusuyla “Bahtiyar Alman” ünvanını veren Bediüzzman’a saygı duyuyorlardı. Ülkelerinde yaşayan Nur Talebelerinden de bunu gözlemlemişlerdi. Geç kavramışlardı Bediüzzman sevgisini, ancak pekiştirmişlerdi.
Japonlar ise, mutluluklarını yansıtmayacak kadar ciddi olmalarına rağmen, sevinçleri yüzlerinden okunuyordu. Bediüzzaman’ın Kore Harbine giden öğrencisi rahmetli Bayram Yüksel’le Japonların şahsında onların başkomutanına ve kütüphanesine risale göndermesinin manevî hediyesini, hiç unutmuyorlardı.
Osmanlı’nın son döneminde “Kesb-i Medeniyette, Japonlara iktida etme” fikrindeki derinliği ve Japonya’yı kalkınma modeli olarak Müslüman topluma takdim etmesini, aklın ve kalbin buluşması olarak değerlendiriyorlardı. Japonlar da, ciddi anlamda destek vermişlerdi.
Mısırlılar, gözleri çakmak çakmak siyasî zekâ fışkıran bir kararlılıkla sahiplenmişlerdi Bediüzzaman yılını. “İslâmın zeki bir mahdumu” olduklarını Bediüzzman fısıldamıştı asra. Sonra Ezher’in kızkardeşini inşa etmek istemişti Doğu Anadoluya. Kardeşçesine birliğin harcını atmıştı Mısır’la.
Orta Asya’daki Türkî cumhuriyetler de ayakta alkışlamışlardı bu kararı. “İslâm’ın bahadır evlatları” olduklarını, bir gün hürriyetlerine kavuşacaklarını, yıllar önce Rus polisine, esaret altındayken Bediüzzman müjdelemişti. Onlara destek ve manevî kuvvet olmuştu tarih huzurunda.
Suudiler de çok duacıydı bu karara ve Kur’ân’dan ilham alan ve tefsirini, sadece Kur’ân üzerinden, ek kaynaklara başvurmadan yazan Bediüzzaman’a. Hassasiyetlerini en iyi anlayan Risale-i Nur’a müteşekkirdiler.
İran’lılar, yıllar yılı ehl-i sünnet geleneği ile olan ihtilaflarının bir kısmını Bediüzzaman’ın çözmesinden ve Hazreti Ali’nin şahsında Al-i Beyt hususiyetine lâyık idrakinden ve cevşeni yaygınlaştırmasından, fazlasıyla müstefid olmuşlardı.
İslâm dünyasına getirdiği meşveret, meşrutiyet ve hürriyet kavramları, Amerika’nın insanî zemininde müspet düşünenleri de memnun etmişti.
En çok, İslâm’ın “Müstaid veledi” dediği Pakistanlılar heyecanlanmıştı.
Çinliler bile, Yecüc ve Mecüc felâketi olan komünizm istilasından manen ve fikren insanlığı koruyan Risale-i Nur eserlerinden dolayı, Bediüzzman’ı öğrenmeye başlamışlardı.
Radyodaki programcısı, farklı ülkelere bağlanarak, konuyla ilgili muhabirleri üzerinden yukarıdaki gelişmeleri aktarıyordu.
2017’nin Mayıs’ında dinlediğim bu haber, derinleşen bir tebessümün ruhumu saran iç huzuruydu.
2018 yılı ilk programının, Bediüzzman Üniversite’nde yapılacağını söylemeyi de ihmal etmemişti sunucu. Programa, İslâm ülkelerinin tamamı temsilci gönderecekken, ayrıca 70 dünya ülkesinin de katılacağını duyurmuştu.
Son bir not daha iletmişti programcı: Nobel ödülünün yeni sahibi de Said Nursî idi. Komite o günlere denk gelen bir açıklamaya hazırlanıyordu.
Ve Türkiye, dünya tefekkür tarihinde, bir ilke ev sahipliği yapıyordu.
Bu müjdeyi hatırlatan muhterem Halil Uslu ve İslâm Yaşar’a teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle vicdanı karib kılan Kurban Bayramının, İslâm Âlemi ve insanlık için huzur, istiklâliyet ve barış getirmesini temennî ediyorum.
Müjdeli bayramın, müjdeyi tahakkuk ettirmesi duâsıyla.
23.12.2007
E-Posta:
[email protected].
|