Şimdiki bir kısım insanlarımız “hürriyet” yerine “özgürlük” kelimesini kullanmaktadırlar. Kelimelerin de gerçekleri anlatmada aslında önemli anahtarlar olduğunu biliyoruz. Ancak bizler şekillerden çok mânâlara dikkat etmek zorundayız. Kelimeleri itina ile seçmek önemli olmakla birlikte, asıl olan, kast edilen mânâların en anlaşılır bir şekilde ifade edilmesi olmalıdır aslında.
Burada insanların kendi yaratılış mahiyetlerine göre serbestiyet içinde olup olmamalarından bahsetmek istemiştim. Kelimeleri hazinelerin kapısını açacak birer anahtar olarak sunmanın ustalığı bizde yoksa da, işaret edilen rahmet hazinelerinin kapısını çalacak azme ve iradeye sahip olan okuyucularla hasbihâl ettiğimi biliyorum. Bu durum işimi kolaylaştırıyor şüphesiz.
Bizler, öncelikle hakikatleri nefsine anlatan yüce insanların gösterdiği yolları takip etmek emelindeyiz. Bu geleneği devam ettirme yolunda bir katkı sağlama imkânını elde edebilirsek yüce bir gayenin tahakkuku yolunda önemli bir adım atmış olacağız. Bu durum da, insanlık cevherimizin kir ve paslardan temizlenmesi için küçümsenemez bir sebep olacaktır.
Maksadım insanların hür olma sınırlarının nerelerden başlaması gerektiğini öncelikle hatırlamak ve hatırlatmaktır. Aslında bu gerçekleri hatırlama ihtiyacını kendi iç âlemimde hissetmiştim. Bu ihtiyacımı giderme yolunda söyleyeceklerimi, belki bazı gerçekleri hatırlama ihtiyacı içinde olan kardeşlerim de duymak isteyecektir. Bu sebeple hissettiklerimi yazıya geçirerek bir nevî sesli düşünme metodunu uygulamış oldum.
İnsanların çoğu zaman özgür olma ismi altında aslında hürriyetlerini kaybettiğini, şeytanlara kul-köle olduklarını görüyoruz. Biz insanların bu konuda çok ciddi bir imtihan yaşadığımız da bir gerçektir. Önümüzde iki ihtimal bulunmaktadır. Birincisi, Allah’a kul olup, yaratılanlara karşı hür olmak; ikincisi de, nefsin kölesi olup zahirî bir hürriyet perdesi altında aslında nefis ve şeytanın esareti altında yaşamaktır.
Büyük ve ehemmiyetli maksatların tahsil edilmesi için yaratılan insanların, yaratılış kanunlarının tam aksine hareket ederek yüce istidatlarını şeytanların gösterdiği karanlıklı yollarda harcaması doğrusu insanlık adına çok vahim bir durumdur. Oysa yakînen biliyoruz ki gerçek hürriyet, gerçek özgürlük Allah’a kul olmakla elde edilebilir.
Nefsimizin akıl, ruh ve kalbimize prangalar vurmasını hür olmakla eşdeğer olarak kabul etmemiz, esareti özgürlük olarak kabul etmek anlamına gelecektir. Biz insanların en büyük meselelerinden bir tanesi, nefsin esaretinden kurtulmak ve insanî duygularımızın dumura uğratılmasına meydan vermemektir.
Aklımızın düşüncelerle dünyamızı zenginleştirmesi için, kalbimizin güzel duygularla hayatımıza güzel esintiler sunması için, ruhumuzun dimdik olarak varlığını gerçek mânâsıyla devam ettirmesi için, bütün duygularımızı nefsin esaretinden kurtarmamız gerekecektir. Ancak bu şekilde hür olmanın tadını alabiliriz. Ancak böyle zamanlarda insanca yaşamanın ne kadar zevk verici bir şey olduğunu anlayabiliriz.
Ancak Allah’a yöneldiğimiz zamanlar, Rabbimizin bizler için yaratmış olduğu kâinattaki mükemmel nizam ve intizamı düşündüğümüz zamanlar ve sadece Rahman ve Rahim olan Rabbimizin dergâhına yüz sürmeye muhtaç olduğumuzu anladığımız anlar, hür bir dünyada yaşamanın insan hayatı için ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlayabiliriz. Elbette dünya hayatının esas alındığı gafletli hâletlerle yaratılışın gerçek mahiyetini anlayamayız.
Nefsin bizi korkunç esaretlere sürükleyen arzularını yerine getiren insanların bu dünyada hürriyet nimetini tatması mümkün değildir. İstikametini şaşırmış insanların hürriyet ismi altında aslında küfür ve günah zindanlarında can çekiştiklerini biliyoruz. Bu bilme ve farkında olma hadisesi eğer uyanmamıza sebep olursa ne âlâ... Aksi takdirde bildiği halde doğruya yönelmemenin cezası ile kıvranacağımız günler bizim için pişmanlıklarla dolu zamanlar olacaktır. Akıbetimizin hayırlı olması için gerçekleri görüp yaşamamız gerekir...
NOT:
Mubarek Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum.
24.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|