Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Yanına girdiklerinde Dâvud onlardan korktu. Onlar "Korkma," dediler. "Biz birbirinden davacı iki kişiyiz..

Sâd Sûresi 22

24.12.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Ezberinizdeki Kur'ân'ı tekrarlayınız. Çünkü o insanın göğsünden hayvanın ipini koparıp kaçmasından daha süratli kaçar.

Câmiü's Sağîr, c: 1, no: 557

24.12.2007


Sâni-i Hakîm, dünyayı bir bayram sûretinde yaratmıştır

“Yeryüzünde ne varsa Biz dünya için bir süs olarak yarattık ki, insanlardan hangisi daha güzel işler yapacak diye onları imtihan edelim. • Onun üzerindeki herşeyi Biz elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz.” (Kehf Sûresi: 7-8.)

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir oyalanmadır.” (En’âm Sûresi: 32.)

Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı âlem-i ervâh ve ruhâniyât için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha ona münâsip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in’âmâttan istifade etmeye muvâfık ve havâs ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.

Hem, zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıtalara taksim ederek, herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıtayı, birer tâife, ruhlu mahlûkatına ve nebâtî masnuâtına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuât-ı sağîrenin tâifelerine öyle şâşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakàt-ı âliyede olan ruhâniyâtı ve melâikeleri ve sekene-i semâvâtı seyre celb edecek bir câzibedarlık görünüyor; ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütâlâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir. Fakat, bu ziyâfet-i İlâhiye ve bayram-ı Rabbâniyedeki ism-i Rahmân ve Muhyî’nin tecellîlerine mukabil ism-i Kahhâr ve Mümît, firâk ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise, “Rahmetim herşeyi kaplamıştır.” (A’râf Sûresi 156.) rahmetinin vüs’at-i şümûlüne zâhiren muvâfık düşmüyor; fakat, hakikatte birkaç cihet-i muvâfakati vardır. Bir ciheti şudur ki:

Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir tâifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibâriyle dünyadan, merhametkârâne bir tarz ile tenfîr edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevkengîz, ruhlarında uyandırıyor.

Sözler, 17. Söz, s. 185

Lügatçe:

Hâlık-ı Rahîm: Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.

Rezzâk-ı Kerîm: İkram sahibi olan rızık verici; Cenâb-ı Hakk.

Sâni-i Hakîm: Hikmet sahibi olan, her şeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah.

âlem-i ervâh: Ruhlar âlemi.

şehrâyin: Donanma, şenlik.

garâib-i nukûş: Nakışların şaşırtıcılığı, hayret vericiliği.

havâss: Hasseler, duyular, duygular.

vücûd-i cismânî: Cisim halindeki vücut.

rûy-i zemîn: Yeryüzü.

masnûât-ı sağîre: Cenâb-ı Hakk’ın küçükçe fakat san’atça büyük eserleri.

tabakât-ı âliye: Yüksek tabakalar, katlar.

sekene-i semâvât: Gökyüzünün sâkinleri, melekler, ruhaniler.

mütâlâa-gâh: Mütalaa yeri, etraflıca düşünme, okuma ve inceleme yeri.

Mümît: Diriltip can verdiğini vakti gelince öldüren Cenâb-ı Hakk.

vüs’at-i şümûl: Geniş kapsayıcılık.

cihet-i muvâfakat: Uygunluk yönü.

Sâni-i Kerîm: İkramı bol olan ve herşeyi san’atlı yaratan Allah.

Fâtır-ı Rahîm: Sonsuz merhamet sahibi ve herşeyi benzersiz sûrette yaratan Allah.

tenfîr: Nefret ettirme.

meyelân-ı şevkengîz: Şevk verici istek.

Bediüzzaman Said NURSÎ

24.12.2007


Müncî

Allah (c.c.), Müncî’dir. Yani kullarını maddî mânevî tehlikelerden korur ve kurtarır. Dünyevî-uhrevî hüsranlardan necât verir. Cenâb-ı Allah Kendisine sığınan ve necât isteyen mahlûkatını yardımsız bırakmaz.

Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet edilen Müncî ism-i şerifi1 Kur’ân’da fiil sîgasıyla mevcuttur.

Cenâb-ı Hak, Âd kavmine gelen azaptan Hz. Hûd (a.s.) ve Ona îmân edenleri kurtardığını şöyle zikreder: “Emrimiz gelince Hûd’a ve beraberindeki îmân edenlere rahmetimizle necât verdik. Onları çetin bir azaptan koruduk.”2 Cenâb-ı Hak, Semûd kavmine de azap göndermiş, bu azaptan inananları kurtarmıştı: “Îmân edenleri ve Allah’tan korkanları kurtarmıştık (necat vermiştik).”3 Cenâb-ı Hak, son nefesinde, “İsrâil oğullarının îman ettiğinden başka İlâh olmadığına inandım” diyen Fir’avun’un cesedine de necât verdiğini beyan eder: “Senden sonra gelenlere bir ibret olsun diye bu gün senin cesedine necât vereceğiz.”4

Bu son âyeti tefsîr eden Bediüzzaman, Fir’avunların döneminde tenâsuh inancının bir eseri olarak cenâzeleri mumyalama tekniğinin ve inanışının yaygın olduğunu beyan ederek, bilhassa Fir’avunların cesetlerini mumyalattıklarını, üzerine çullanan deniz ve dalgadan dehşet alarak son nefeste îman ettiğini söyleyen Fir’avun’a da, kendi inandığı ve istediği tarzda bir necât verildiğini, yani yalnız cesedinin bozulmaktan kurtarıldığını kaydeder.5 Bedîüzzaman, bu cesedin asırların dalgaları ötesinde şu son asırda, boğulduğu denizin sahilinde ibret-i âlem olarak bulunacağını da ihbar eder.6

Gerçek necâtın, hakîkî kurtuluş ve saadetin ve azaptan emîn olmanın ancak Allah’a ilticâ etmekle ve sığınmakla mümkün olacağını beyan eden Bedîüzzaman,7 inkârın getirdiği dalâletlerden doğan ıztırapların, bütün akılları ve ruhları Cenâb-ı Hakka sığınmaya ve ilticâ etmeye mecbur kıldığını, Allah’ın kudretiyle ve irâdesiyle her müşkülün hallolacağının ve Onun havl ve kuvvetiyle her kapalı kapının açılacağının belâ ve musîbet anlarında daha iyi anlaşılacağını kaydeder.8

Bedîüzzaman’a göre, Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah gerçekten sığınılacak tek makam sahibidir. Kâinattan küsmüş, dünya zînetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence Allah’tır. Allah bâkîdir.9

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 256

2- Hud Sûresi: 58

3- Fussilet Sûresi: 18

4- Yunus Sûresi: 92

5- Sözler, s. 365

6- A.g.e., s. 366

7- Mesnevî-i Nuriye, s. 51

8- A.g.e., s. 51

9- A.g.e., s. 111

24.12.2007


Hac ile gelen huzur

Bozkır’ın Karacahisar köyünde doğup Seydişehir’de talebe yetiştiren bin sekiz yüzlü yılların evliyasından Hacı Abdullah Efendi keşif keramet sahibi bir zat idi.

Bir gün icazet vererek memleketine hizmet için gönderdiği talebelerinden Mehmet kendisini ziyaret etti. Babası ve kayın pederi hacda vefat edince Mehmet’in işleri bozulmuştu.

Hacı Abdullah Efendi Mehmet’e:

“Mehmet, evladım! Hacca niyet et; hacca gideceksin!” dedi.

İşlerinin bozuk olması nedeniyle hacca gitmeyi aklından bile geçirmeyen Mehmet, hocasının bu sözlerine çok şaşırdı. “Peki efendim! İnşallah!” dedi ama içinden bu nasıl olacak diye geçirmeden edemedi.

Ertesi hafta hocasını tekrar ziyarete geldiğinde hocası bu defa hiddetliydi:

“Mehmet! O evhamı kalbinden çıkar at! Hacca niyet et!” dedi.

Mehmet bu defa hiçbir hazırlığı olmamasına rağmen hacca niyet etti. Hac mevsimi gelinceye kadar da hazırlıklarını tamamladı ve hac için yola çıktı.

Kafile Cidde’ye varınca, Cidde’de bir rehber gelen Türk kafileler arasında dolaşıyor ve:

“İçinizde Mehmet diye birisi var mı?” diye soruyordu. Ona kendisini gösterdiler. Rehber Mehmet’i alıp evine götürdü. Burada ona türlü ikramlarda bulundu. Ardından:

“Oğlum! Baban ve kayın pederin hacca geldiler, burada vefat ettiler, değil mi?” diye sordu. Mehmet:

“Evet, efendim.” Deyince rehber iki kese altın çıkardı ve:

“Bu emanetler senin. Hacı Abdullah Efendi her gece rüyama giriyor. Bu emanetleri sahibine ver diyor. Emanetlerini al, beni yükümlülükten kurtar.” Dedi.

Mehmet bu altınlardan hac sırasında harcadığı gibi, memleketine dönünce de durumunu düzeltti.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 6/317)

Süleyman KÖSMENE

24.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri