|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Îmân eden ve güzel işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir tutar mıyız? Yahut Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanları, inkâr ve isyan ehliyle bir tutar mıyız?
Sâd Sûresi: 28
|
28.12.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Nazardan Allah'a sığınınız. Çünkü nazaz haktır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 564
|
28.12.2007
|
|
Bu zamanda en büyük vazife, imanını kurtarmaktır
Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir sûrette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikate lâzım ve elzemdir. Çünkü, bu asırda en büyük tehlike benlikten ve hodfüruşluktan ileri geldiğinden, ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârâne daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin ağır şerâit içinde kahramancasına imanını ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdır. Senin rüyalarının bir tabiri de, bu noktadan seni tebşir etmektir.
Risale-i Nur eczalarında tarikat hakikatine dair “Telvihat-ı Tis’a” namındaki risâleyi elde edip bakınız. Hem, zatınız gibi metin ve imanlı ve hakikatli zatlar Risale-i Nur dairesine giriniz. Çünkü, bu asırda Risale-i Nur, bütün tehacümata karşı mağlup olmadı. En muannid düşmanlarına da serbestiyetini resmen teslim ettirdi. Hatta iki seneden beridir büyük makamatlar ve adliyeler, tetkikat neticesinde, Risale-i Nur’un serbestiyetini tasdik ve mahrem ve gayr-ı mahrem bütün eczalarını sahiplerine teslime karar verdiler.
Risale-i Nur’un mesleği, sair tarikatlar, meslekler gibi mağlup olmayarak, belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi, pek çok hadisatın şehadetiyle, bu asırda bir mucize-i maneviye-i Kur’âniye olduğunu ispat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle, bu memlekette, bu hususi ve cüz’î ve yalnız şahsî hizmet veya mağlubane perde altında veya bid’alara müsamaha suretinde ve te’vilat ile bir nevî tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hadisat bize kanaat vermiş.
Madem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir iman var; tam bir ihlâs ve tam bir mahviyetle, sebatkârâne Risale-i Nur’a şakirt ol—tâ binler, belki yüz binler şakirtlerin şirket-i maneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Tâ senin hayırların, iyiliklerin cüz’iyetten çıkıp küllîleşsin, ahirette tam kârlı bir ticaret olsun.
Emirdağ Lâhikası, s. 57
Lügatçe:
mahviyet: Tevazu, alçakgönüllülük.
terk-i enaniyet: Benlik duygusunu terk etmek.
elzem: En lüzumlu, çok lâzım.
hodfüruşluk: Kendini beğenmişlik.
mahviyetkârâne: Tevazu içerisinde, tevazu göstererek.
şerâit: Şartlar.
ubudiyet: Kulluk, ibadet.
tebşir: Müjdeleme.
ecza: Parçalar, kısımlar.
tehacümat: Hücumlar.
muannid: İnatçı.
mucize-i maneviye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın manevî mu’cizesi.
bid’a: Dinin özüne ve aslına uymayan âdet ve uygulamalar.
sebatkârâne: Sebat ederek, yerinden oynamayarak.
şirket-i maneviye-i uhreviye: Ahirete ait amellerde manevî ortaklık.
cüz’iyet: Küçüklük, azlık, basitlik.
küllî: Bütüne mensup parçalardan meydana gelen, umumi, bütün.
|
Bediüzzaman Said NURSÎ
28.12.2007
|
|
Mehmed Âkif ve Bediüzzaman
25 Ağustos 1918 tarihinde kurulan Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte çalışan Mehmed Âkif’in, daha önceden Bediüzzaman’la tanışıp tanışmadığı hakkında şu âna kadar herhangi bilgi sözkonusu değildir. Bilinen, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyelerinin toplantılarla bir araya geldikleri ve güncel meseleler hakkında sohbet ettikleridir. Üyelerden birisi de Eşref Edip’tir.
Eşref Edip, 1952 yılında kaleme aldığı makalesinde, “Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar her gün idarehaneye gelir; Akifler, Naimler, Feridler, İzmirli’lerle birlikte tatlı tatlı müsahabelerde bulunurduk. Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmi meselelerden konuşur; onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı” (Tarihçe-i Hayat, s. 540) şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Gerek Âkif’in, gerekse Bediüzzaman’ın birbirleri hakkındaki ifadelerinden, aralarında sıcak bir ilgi ve muhabbetin olduğu anlaşılmaktadır.
Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde de büyük şairin adı ve şiirlerinden alıntılar yer almaktadır. Bediüzzaman; “Hem merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şirani ve merhum Şevket Efendi ve merhum Mehmed Âkif gibi insaflı, Risâle-i Nur’u fevkalâde takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için, biz İstanbul hocalarına dostuz, onlardan gücenmeyiz...” (Emirdağ Lâhikası, s. 144) ifadelerine yer vermektedir.
Âkif’in, “O nuru gönder, İlâhî, asırlar oldu yeter! / Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister”; “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” şeklindeki niyaz ve arzularının, Risâle-i Nur eserleriyle hayat bulduğu, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ında dile getirilmiştir. (s. 146, 539)
Risâle-i Nur’da ayrıca, Mehmed Âkif ile Bediüzzaman’ın birlikte zikredildiği, 1958 tarihinde Pakistan basınında yer alan bir makale bulunmaktadır. “İslâm Dünyasındaki Müsbet Uyanıklık” başlığıyla yayınlanan makalede, Üstad Bediüzzaman’ın din için verdiği mücadelelerin yanında, Mehmed Akif’in yazmış olduğu Safahat isimli eser hakkında ‘materyalist milliyetçiliği takbih ettiği ve halk arasında taze bir heyecan verdiğinden’ söz edilir. (Tarihçe-i Hayat, s. 625)
Evet, 1925 yılında Diyanet İşleriyle bir mukavele yaparak Mısır’da Kur’ân’ın Türkçe Meâlini yazmaya başlayan, fakat yazdıklarının, daha sonra ‘Kur’ân tercüme edilsin, ta ne mâl olduğu bilinsin’ diyen zihniyetin menhus emellerine âlet edilebileceğinden endişe ederek imhâ edilmesini isteyen Âkif’in, kimbilir belki de en büyük arzusu, ilhamını doğrudan doğruya Kur’ân’dan alan bir eser vücuda getirmekti. Ümit ediyoruz ki şimdi o, bu arzusunun, ‘Victor Hugo’lar, Shakspeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede bir talebesi olabilirler” (Sözler, s. 717) dediği Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur eserleriyle daha mükemmel bir tarzda gerçekleştiğini, huzur içerisinde kabrinden temâşâ etmektedir.
|
28.12.2007
|
|
Arayışlarım bitmedi, devam ediyor (5)
Her gün okumak şartıyla bu yaz tatilinde Sözler’in tamamını bitirecektim. Hemen “Bismillah” deyip başlamalıyım dedim ve daha fazla beklemeden kitabın kapağını açtım. Ne göreyim, Birinci Söz de “Bismillah” diye başlamıyor mu?
Ben de başladım okumaya:
“Bismillâh her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı haliyle vird-i zebânıdır. Bismillâh ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:....”
İlk günün dersine “Bismillah” ile başlamış oldum.
Bir yandan köy işleri, bir yandan risâle okumaları. Sözler benim yoldaşım oldu. Nere gitsem yanımda, nereye otursam elimde idi. Kitap iyi bir arkadaş değil miydi? Sözler ise, benim en iyi bir arkadaşım oldu.
Bir yere yürüyerek veya vasıtayla giderken elimde Sözler eksik olmazdı. Tarlada çalışıp dinlenme molası verildiğinde hemen Sözleri elime alırdım. Mola süresince kaldığım yerden okumaya devam ederdim. İstirahat saatlerim benim okuma saatlerimi oluşturmuştu. Bu durumu merak eden akrabalarım “Biz yatıp uyuyoruz, sen kitap okuyorsun” diyorlardı. Akılları sıra beni de uyumaya teşvik ederlerdi. Ben de “Bu kitap beni dinlendiriyor” derdim. Onlara da zaman zaman okurdum. Fakat işlerinin çok, kendilerinin yorgun olduklarını bahane ederlerdi. Kış mevsiminde okumamı isterlerdi. Bir tarafta köy işleri, diğer tarafta risâle okumaları yaz tatilim boyunca devam etti. Tatilim bitmeden Sözler bitmişti.
Ben de Nurun kumandanı merhûm Zübeyir Ağabey gibi şöyle diyorum:
“Ey Üstadımız Efendimiz,
“Umum kadirşinas insanlar Risâle-i Nur’u ve sizi ebediyen tebcil ve tekrim edeceklerdir. Tahkikî imân dersleriyle imânımızı kurtaran cihanbahâ ve cihandeğer bir kıymette olan Risâle-i Nur’u, bütün ruh-u canımızla, bütün mevcudiyetimizle seviyor ve tekrim ediyoruz. Bu aşk ve bu muhabbet, bu tâzim ve bu hürmet, nesilden nesile, asırdan asıra, devirden devire intikal edecektir.
“Evet, Risâle-i Nur’daki hakaik-i Kur’âniye öyle bir kuvvettir ki, bu kudret karşısında, küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin temelleri târümâr olacak, inhidam çukurlarına yuvarlanarak geberecektir. Bâki kalanlar, imân ve Kur’ân nuruyla felâh ve necat bulacaklardır. Evet, dağları, taşları, pamuk gibi dağıtacak, demir ve granitleri yağ gibi eritecek derecede olan bu kuvvet-i Kur’âniye dünyayı Nur ve saadete gark edecek. Bu Nur-u Kur’ân, imânların kurtuluşunda, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır.” (Sözler, s. 724)
Allah’ım, Sana, okuduğum Sözler Risâlesinin harfleri sayısınca şükürler olsun! (Âmin).
Tatil dönüşü Ulus-27 dershanesine uğradım, emanet aldığım Sözler Risâlesini binler teşekkürlerle iâde ettim. Ulus-27 dershanesinin Ankara Nur hizmetlerinde sembol bir isim ve nurlu bir mekân olduğunu daha sonra öğrenecektim. Kısmet olursa o günlerden bu günlere gelişin hikâyesini de anlatacağım.
Okuluma döndüm. Benim için çok verimli bir yaz tatili olmuştu. Okumanın tadını tam almıştım. Bu sefer hedefimde Nur risâlelerinin tamamını okumak vardı. Acaba o günleri görecek miydim?
Hayat arayışlarla doludur. “Arayan Mevlâ’sını bulur” demişler. Ben Mevlâ’ya giden yolu bulmuştum. Ne dersiniz?..
—Son—
|
Ahmet ÖZDEMİR
28.12.2007
|
|
Her şey O’na dönüyor
"Atomlardan büyük yıldızlara kadar her şeyin dönmesi, sürekli bir yeniliği ve tazelenmeyi beraberinde getiriyor. Bu dönüşlerle başkalaşım ve değişim gerçekleşiyor. Dünyanın kendi etrafında dönmesiyle gece-gündüz, güneşin etrafında dönmesiyle mevsimler meydana geliyor. Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönerken, ormanlar da yeşile, kızıla, sarıya dönüyor. Bazen de beyaz örtüsüne bürünüyor. Halden hale geçişler ve dönüşümler yaşanıyor.
İnsan kâinattaki her şeyle alâkadar olduğu için bu değişimler bizi doğrudan etkiliyor. Zaten kâinatın küçük bir özeti, numunesi olması cihetiyle insan da değişiyor ve dönüşüyor. Bir zamanlar dağınık iken ve bir vücut sahibi değil iken, bir kan pıhtısına dönüşüyor, sonra bir bebeğe, sonra bir çocuğa, çocukluktan da yetişkin genç bir insana dönüşüyor. Daha sonra yaşlılığa doğru dönüşüm devam ediyor.
Hayatın devamı için dönüşüm ve değişim şarttır diyebiliriz. Zira insanın bu dünyadaki görevi bu değişim içinde taallüm ve tekâmül etmektir. İnsan kabiliyet ve maneviyât yönünden de sürekli daha iyiye, daha güzele dönmeye müsaittir ve meyillidir. Ancak tembellikle yerimizde saydığımız vakitler müstesnâ.
Her şey dönüyor… Ve zaman da dönüyor, mekân da. Saniyeler, dakikalar, saatler dönüyor. Bahar dönüp dolaşıp yine geliyor. Kışın solan çiçeklerin yerine her baharda yeniden yenileri geliyor. Sonra aylar yıllara, yıllar asırlara dönüyor. Yarınlar bugün, bugünler dün oluyor. Ama dönüşüm devam ediyor.
Peki, bu dönüşümlerin mânâsı nedir, nereye bu dönüşler?
Kur’ân-ı Kerim’de birçok sûrede ısrarla “O’na döndürüleceksiniz” ifadesi yer alır. Bunlardan bazıları; “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O'na döndürüleceksiniz.”1
De ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.”2
“Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. Sonra da yalnız O'na döndürüleceksiniz.”3
Demek ki bu dönüşlerin hepsi O'nadır. Her şey bize adeta “Dönüş O'nadır” âyetlerinin tefsirini yapıyor. Her şey O'na gidiyor, yok olmuyor. Biz de bir Mevlevî gibi O'nun dairesinde dönerken, O'na dönüyoruz.
Biz O'nun mülkünün dışında bir yere gidemiyoruz, O'nun halkasından dışarı çıkamıyoruz. Hep O'na doğru dönüyoruz. Nasıl ki dünyamız bir an dönmeyi bıraksa büyük felâketlere yol açarsa, insan da Allah’a yönelişini, O'na dönüşünü bir an aksatsa çok büyük mânevî rahatsızlıklar yaşamasına, depresyon ve travmalar geçirmesine sebep oluyor. Üstelik kâinattaki her şey O'na doğru dönerken, insanın dönüşünü aksatması onu o büyük cemaatin halkasından geri bırakıyor. Sanki kervanın gerisinde kalmış, yolunu kaybetmiş gibi bir başına kalmasına sebep oluyor.
Yüzümüz ancak Kâbe’ye dönünce huzur buluyor… Başımız ancak secdeye deyince rahat ediyor. O’na doğru dönenin dünyası da Cennete dönüyor. O'na dönen yüzler nur’a dönüyor. Ve o nur ile parlıyor, güzelleşiyor. Rabbine dönenler Onun sıfatlarını yansıtan bir aynaya dönüyorlar. Zira dönülecek ne başka bir yön, ne de gidilecek bir yer vardır. Yersiz ve yönsüz kalmak istemiyorsak, O’na dönelim, O’na yönelelim.
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 28
2- Tevbe Sûresi: 105
3- Rum Sûresi: 11
|
Mehtap YILDIRIM
28.12.2007
|
|
Cennette gençlik
Bir gün ensardan gayet yaşlı muhterem bir kadın Resulullah’a (asm) gelerek:
“Ya Resulullah! Cennete girmem için bana dua et.” Diye yalvardı.
Yaşlı kadıncağızın masumiyetle dua istemesi üzerine, Resulullah Efendimiz (asm) kadına taltif buyurdu:
“ Bilmiyor musun ki cennete yaşlı kadınlar giremez!” buyurdu.
Bu cevap kadıncağızı öyle üzdü, öyle hüzünlendirdi ki, seksenlik nine birden bire hıçkırıklara tutulup ağlamaya başladı.
Bunun üzerine Resulullah Efendimiz (asm) gülümseyerek:
“Sen o gün ihtiyar bir kadın olmayacaksın. O gün Cennette genç olacaksın!
Allah’ın Kur’ân’da, “Gerçekten biz oradaki kadınları yepyeni bir yaratılışla yeniden yarattık. Onları, bakireler kıldık. Eşlerine düşkün ve yaşıt.” (Vakıa 36–37) buyurduğunu hiç okumadın mı?” buyurdu.
Kadın bu defa da sevincinden gözyaşlarına boğuldu. Şükür içinde ayrıldı.
|
Süleyman KÖSMENE
28.12.2007
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|