2007 sonlarında, Afrika içlerine doğru uzandık. Kahire’de iken, hacca gitmek için yola çıkan son hacı kafilelerine rastladık. Üzerlerinde ihram kıyafetleri vardı. Onları oradan yolcu ettik. ‘Min külli feccin amik’ denildiği gibi her derin yoldan hacca gidiliyordu. Biz de IHH’yı temsilen iki arkadaş olarak hac mevsiminde Kongo yollarına düşmüştük.
24 saatlik yolculuktan sonra Kongo’ya vardık. 24 saatlik yolculuğumuz sırasında hem gidişte, hem de dönüştü havaalanlarında okuyacak materyaller aradık. Sadece dönüşte Kahire Havaalanında gazete satan bölüme rastladım ve oradan gazete aldık. Dergi ve gazete satılıyordu. Kitap namına hiç bir şey yoktu. Sadece Alem marife adlı periyodik kitaplar yayınlayan bir dizinin kitapları vardı. Onun dışında Addis Ababa ve Nairobi Havaalanlarında müstakil kitapçı dükkânları aradık ama bulamadık. Sadece hediyelik eşya satılan dükkânlarda tek tük kitaplar bulunuyordu. Yine de en zengini Nairobi Havaalanı idi. Almak için bir kısım kitaplar seçmiştim. Oradan geri döneceğimizi umuyordum. Meğer ki dönüş yolumuz Addis Ababa olarak belirlenmiş. Bir de Nairobi’de almadıklarımı Kinşaşa da alabileceğimiz umudu vardı. Bundan dolayı Nairobi’den kitap alarak yanımıza yük etmek istemedik. Kitap açısından en fakiri de Kinşaşa çıktı. Zaten Kenya ile Kongo tamamen farklı siyasi coğrafyalarda yer alıyor. Birisi Frankofonizm havzasında yer alırken diğeri de tamanen Anglofoniz bölgesinde yer alıyordu. Fransızca konuşulan Kongo’da yazılı materyal bulmakta zorlanıyorduk. Fiyatlar, mahrumiyet nedeniyle olmalı Paris’in en işlek ve pahalı caddesinden (Şanzaliyye) daha pahalıydı. Sadece Fransızların yayınladıkları ve yayınevlerinin neşrettikleri birkaç İngilizce matbuat vardı. Bunlar da dünya ölçeğinde en pahalı olarak Kongo’da satılıyordu. Kongo’da ödediğiniz rakamla en azından Londra veya Paris’te iki nüsha edinebilirdiniz.
***
Dönüşte de Afrika ile ilgili yayınlara baktım. Çok enderdi. Dönüşte, Kahire’de gazetelere bakarken Mevlana yılı olduğunu hatırlatan bir yazı ile karşılaştım. Muhalif Vefd gazetesinde Muhammed Halife adlı yazar(*) Celaleddin Rumi’nin ABD’nin yürüttüğü fikir savaşlarının bir parçası olduğunu ve aleti yapılmak istendiğini ifade ediyor. ABD’de en popüler şairinin sorulması üzerine Amerikan Dışişleri Bakanlığı resmi internet sitesinin buna ‘Mevlana’ olarak cevap verdiğini hatırlatıyor. Bunun üzerine, ‘neden Mevlana?’ sorusunun cevabını almaya çalışıyor.
Yazar burada Amerikalıların kötü niyetini arıyor. Cüneyd-i Bağdadi gibi sufilerin efendisinden esirgenin bu ilginin neden Mevlana’ya teksif edildiğini soruyor ve sorguluyor. ‘Mevlana’ya derin hürmetimizle birlikte bunda bir bit yeniği olmalı. Bir sır olmalı. Bu ilgi boşluktan doğamaz’ diyor. Soruya kendisi açısından şöyle cevap veriyor: “11 Eylül’den itibaren, Batı İslâma, terörün bir anlamdaşı veya eşanlamlısı olarak bakıyor. Amerikalılar terörün kökünü kazımak için Müslümanların kavram ve fikirlerinin değiştirilmesini gerektiğine inanıyorlar. Ancak bu şekilde Batı’nın üstünlüğünü kabul edebileceklerini ve Batı medeniyetine beninmseyerek katılabileceklerini öngörüyorlar... Bunun için de Mevlana’yı fikri köprü olarak kullanmaya çalışıyorlar....”
Bu tespitlerde anormal bir taraf var mı? Yok. Ama gerçek sadece bundan ibaret değil. Onlar Mevlana’yı kullanırken tam aksi istikamette Allah da İslâmın mesajının ulaşması için Mevlana’yı istihdam edebilir.
***
Moğolların da birinci düşmanı Müslümanlardı. Bugün aynen ABD için geçerli olduğu gibi. Ama aynı zamanda ters bir şekilde Mevlana ile de ilgileniyorlardı. Mevlana’nın yaklaşımı ve ilgisi ve sevgisi onları zamanla İslâma yaklaştırdı. Mevlana adeta onlar için bir köprü ve telif-i kulup için bir sebep ve merdiven oldu. Moğollardan 7 asır sonra ve 7’inci asrın simetrisi 14’üncü asırda, aynısı, Amerikalılar açısından niye olmasın? Zaten Ruslardan sonra şu anda Amerikalılar çağdaş Moğollar olarak kabul edilebilirler. Siz cilve-i Rabbaniyeye bakın.
(*Celaleddin Rumi, ‘Harbu’l efkar’ el Amerikiyye, Muhammed Halife, Vefd gazetesi 26 Aralık 2007, Vefd)
28.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|