Kâinatı hüsün ve güzellik adeta ihata etmiştir
Hayatın güzel yüzüne çokça nazar eden insanlar, zaman zaman çevresindeki hayatın olumsuz çirkin yüzüne bakan insanlardan tenkide uğruyorlar. “Nedir kardeşim, ‘polyanna’cılık yapıyorsunuz” diyorlar. Oysa ki ‘polyannacılık’ sahip olunmayan şeyleri var kabul etme esasına dayanmaktadır. İmanlı insan nazarında ise, varlık alemine teşrif etmiş her bir mahlûk, pek çok cihetlerle içinde güzellikler taşımaktadır. Böyle bakınca, hayat gerçekten güzelliklerle, hüsünlerle doludur. Buradaki problemin sebebi, bu yaratılmış olan güzellikleri okuyamama ve görememe problemidir. Yani anlam okuryazarlığına sahip olamamak sorunudur. Hatta öyleler var ki, her türlü maddî imkânlara sahip oldukları halde, hayatları hep şikayet içerisinde geçmektedir. Varlığa bile olumsuz bakış geliştiren insan için, yokluk, açlık, savaş, hastalık gibi hususlar anlam içermeyecektir. Oysaki zahiren olumsuz gözüken hadiselerde bile, pek çok hayırlı hikmetler bulunmaktadır.
İkinci Şuâ’daki soru oldukça dikkat çekici; “Kainatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki, gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?”
Bu sorunun hemen öncesinde imam-ı Gazali’den nakledilen cümle, kâinata bakış açısına ışık tutuyor. “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî daha güzel yoktur.” Yani yaratılan mahlukatta mucizane intizam, insicam, zişuura, “Şöyle olsaydı daha güzel olurdu.” diyecek bir şey bırakmıyor. Her şey, her şeyiyle mükemmel bir ahenk ve mükemmel bir amaca uygunluk taşıyor. Yaratılmış her bir şey içinde, binlerle hikmetler kendini gösteriyor. Zaten bütün ilimler bu hikmetleri okuma faaliyeti içerisinde bulunuyor.
Çirkinin icadı çirkin midir?
Yukarıdaki soru ise, çirkinlikleri, musibetleri, belâları, hastalıkları gündeme getiriyor ve onları nasıl değerlendirmek gerektiğini izah ediyor.
Soru kadar cevap da dikkat çekicidir: “Elcevap: Çok güzellikleri intac ve izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir; ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddit defa çirkindir. Mesela, vahid-i kıyası gibi bir kubh bulunmazsa, hüsün hakikati bir tek nevi olur; pek çok mertebeleri gizli kalır; ve kubhun tedahülü ile, mertebeleri inkişaf eder. Nasıl ki soğuğun vücuduyla, hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder; aynen öyle de, cüz’î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, külli hayırlar ve külli menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür ederler.”
“Demek, çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir; çünkü neticelerin çoğu güzeldir. Evet, yağmurdan zarar gören tenbel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden iskat etmez, rahmeti zahmete çeviremez.”
Evet böyle bir bakış açısıyla bakıldığında, kâinatta mahlûkat içerisinde çirkinlik, şer diye bir şey yoktur. Belki de yaratılmış şeylerden zarar gören adam, kendi ihtiyarının neticesi olarak zarar görmektedir.
Hatta güzelliklerin anlaşılmasına hizmet eden çirkinliğin bile bir anlamı bulunmaktadır.
Şeytanın bile yaratılması anlamlıdır
“Şeytanın dahi manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir. Hem, hatta, kâfir küfür ile bütün kainatın hukukuna bir tecavüz ve şerefini tahkir ettiğinden, ona Cehennem azabı vermek güzeldir.”
Risâle-i Nurlar, akla gelebilecek bütün soruları gündeme getirerek, onları Kur’ân kaynaklı olarak tefsir etmiştir. İnsanların pek çoğunun yanlış değerlendirdiği, hatta kadere müdahaleler yaptığı bu gibi konular, Kur’ânî bir bakışla ele alınıyor ve insan haddini bilmeye davet ediliyor.
İyilik ve güzellikler doğrudan
doğruya Cenâb-ı Hak’tan
Yine konuyla ilgili şöyle bir soru akla gelebilir: “Biçare şahısların musibete, şerre, çirkinliğe müptelâ olması nedendir?”
Yine risale satırları imdadımıza koşuyor: “Ne kadar iyilik ve güzellik ve nimet varsa, doğrudan doğruya o Cemil ve Rahim-i Mutlakın hazine-i rahmetinden ve ihsanat-ı hususiyesinden gelir.”
İnsan eğer cüz-î ihtiyarîsini kötüye kullanıp, işleyen nizama olumsuz müdahale etmezse, her şey binbir hikmetler içerisinde, fıtratına derc olunan güzellikleri dokumaya devam ediyor.
Körlüğün en kötüsü de, varlığı görememektir.
Yine cahilliğin en tehlikelisi, varlığı okuyamamaktır.
Yoksa kâinatta anlamsız, hikmetsiz, gayesiz hiçbir şey mevcut değildir.
29.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|