Türkiye’nin yönü bir kez daha Türkî Cumhuriyetlere çevrildi. Öncelikli olarak İslâm ülkelerinden, ikincil olarak da AB’den uzaklaştırılmaya çalışılıyor.
2002’de iktidara gelen AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan, yasaklara takılarak seçilemediği halde Avrupa’yı adım adım gezerek, büyük bir gayretle AB’ye girmek için elinden geleni yapmıştı. Bu tavır 2007’ye gelinceye kadar değişmedi.
2007’de neler oldu ki bu tavır değişti?
Aslında Erdoğan’ın kalbindeki politika hep bu noktaya gelmekti. Hapisten çıktıktan sonra gittiği ABD’de dört ay kalarak dünyanın ve ABD’nin politikalarını ve eğilimlerini iyi öğrenmişti. 1 Mart tezkeresinin çıkması için ne kadar çaba gösterdiği hepimizce malûmdur. Ama istediği olmamıştı. O gün belki de seçilen milletvekillerini iyi değerlendiremediği için Millî Görüş anlayışından gelenlere fazla müdahale edemedi. Ancak, 2007’de seçimlerin yenilenmesiyle bu kesimdeki sivri uçları tırpanlamış oldu. Tırpanlanamayanlar da bu hadiseden derslerini almış olarak gelmişlerdi. Artık iş kolaylaşmıştı.
Zaten hükümet, dış politika değişikliğine gideceğinin sinyallerini 2005’ten sonra vermeye başlamıştı. AB ile Türkiye arasında soğuk rüzgârlar o dönemde esmeye başlamıştı. Seçimin de etkisiyle bu soğukluk zirveye ulaştı. Beklenmedik bir anda PKK saldırılarının artması bu dönüşüme hız verdi. Kısacası Türkiye, dış politikada 80’li- 90’lı yıllara döndü. “Bir koyup üç alma” politikalarına…
Türkiye’nin yönünün Türkî Cumhuriyetlere çevrilmesi bizi rahatsız etmez. Çünkü aynı dine mensubuz, bir de aynı coğrafyayı paylaşıyoruz.
Bizi rahatsız eden çok yönlü dış politikanın değiştirilmesidir. AB’ye girmek için çabaların azalmasıdır. ABD’nin dünya üzerindeki hâkimiyetine-–bilerek veya bilmeyerek—destek verilmesidir. Türkiye, kendi çıkarlarını düşünerek bu politikaları belirlemiş olsa problem olmayacak. Problem başkalarının belirlediği politikalarla yoluna devam etmesidir.
Hükümet, Türkiye’nin çıkarlarının bu politikalarda olduğu inancını taşıyor olabilir. Ama uzun vadede bu politikaların Türkiye’ye zarar vereceği ortadadır. Hükümet maalesef bu gerçeği görememektedir.
Öncelikle Türkiye, AB’den uzaklaştırılmıştır. AB’ye girme şansı büyük oranda yavaşlatılmıştır.
Rusya’nın güçlenmemesi gerekiyor. Tekrar süper güç olarak ortaya çıkabileceği korkusu ABD’nin rüyalarına giriyor. Bunun için (80’li yıllarda olduğu gibi) Türki Cumhuriyetleri bir şekilde desteklenmeli ve Rusya’ya karşı güçlendirilmelidir. Bunu Türkiye ile gerçekleştirmek istemektedir.
***
İran, bir şekilde dize getirilmeye çalışılacaktır. Amerikan istihbaratının son raporunda İran’ın 2003 yılında nükleer silâh programından vazgeçtiği belirtilmesine rağmen Condoleezza Rice’ın “Benim bu raporda merak ettiğim; İranlıların 2003 yılından önce neler yaptıklarıdır” demesi bu iddiamızı destekliyor. Kurt kuzu meselesinde olduğu gibi “Ben aşağıdayım senin suyunu nasıl bulandırabilirim” diyen kuzuya kurdun; “Geçen sene anan bulandırmıştı” demesine benziyor.
ABD’nin istediği olacak; Rusya eski gücüne kavuşması engellenecek, İran uluslar arası camiada yalnız bırakılacak ve kendisine ABD’ye rağmen yaptıklarından dolayı gereken ders verilecektir. Bunun için de Türkiye’nin İran’dan uzaklaştırılması gerekmektedir. Celal Talabani’nin son günlerde İran’a sert çıkması ve daha önce imzalanmış anlaşmaları reddetmesi bu açıdan bakıldığında dikkat çekiyor. Bu sayede Türkiye, İslâm Ülkelerinden de uzaklaştırılmış olacak ve Türkiye’nin AB’ye girmesi engellenebilirse engellenecektir. Ayrıca,—zayıf bir ihtimal de olsa—İslâm ülkeleri ile dayanışma içerisine girmesi halinde süper güç olma durumu da böylece gündemden kalkmış olacaktır. Demek, bütün politikalar ABD’nin dünyada süper güç olarak yoluna devam etmesi üzerine oynanıyor.
Şimdilik bunlar ABD’nin saklayamadığı arzusu olarak görülüyor. Ama herkesin bir hesabı olduğu gibi Allah’ın da bir hesabı var. Bakalım hangisi tutacak?
29.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|