M. Âkif Ersoy’un sözlerinde anlam kazanan ‘eser bırakma’ çağrısına uymak zorundayız
İstiklâl şairimiz Âkif’i ölümünün 71. yıldönümünde rahmetle anıyoruz. Âkif’in milletimize armağan ettiği İstiklâl Marşı milletin malı olmuş, millete mal olmuş, gerçek bir millî mutabakat metnidir. Bizi ve değerlerimizi hazmedemeyenlere karşı milletimizden yükselen güçlü ve kararlı itirazın sesidir. Merhum Mehmet Âkif’in “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” duâsına içtenlikle “amin” diyorum.
Bize göre Âkif ezelden ebede süren bir yolculuğun çok önemli kavşağında ortaya çıkmış ve her kesimden insana seslenmenin dilini bulmuş bir elçidir, bir eylem adamıdır, bir bilgedir.
“Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına,
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına,
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.” diyebilecek kadar açık sözlü ve inandığı değerlerin farkındadır. Diğer yandan körü körüne Batı düşmanlığı yaparak kendi sığ düşüncelerine toplumu mahkûm etmek isteyenlerin karşısına çıkmasını bilmiştir:
Alınız ilmini Garb’ın alınız san’atını,
Veriniz mesainize hem de son sür’atını.” diyerek, ilimde ve teknikte ilerlemenin gerekli olduğunu vurgulamış. Avrupa’nın bilim ve teknolojisini alırken, mânevî ve kültürel değerlerden tâviz verilmemesi gerektiğini haykırmıştır. Ona göre Müslümanlar, Batı’nın tekniği karşısında aşağılık duygusuna kapılmamalıdırlar.
Âkif bize imanlı, gayretli, mütevekkil ol; tembellik, hazıra konmak, hırs ve kıskançlıktan uzak dur diyendir:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!
İstiklâl Marşı Osmanlı coğrafyasıyla bugünkü Türkiye arasında her gün yeniden kurulan bağın şiirsel dilidir. Bütün bir tarihi ile mazlum bir medeniyetin kimi zaman acı çeken kimi zaman meydan okuyan sesi; içinde her nesilde yeşerecek sayısız anlam tohumları taşıyan görkemli bir bilgelik anıtı.
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”
Ruhumun senden İlâhî şudur ancak emeli.
Değmesin mâ’bedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar -ki şahâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.”
Öyle dönemler vardır ki bir insan beklersiniz, bir dehanın böyle dönemlere denk düşmesini beklersiniz. Bu beklenti tarihin hiçbir döneminde karşılıksız kalmamıştır; bu bütün uluslar için böyle olmuştur. Böyle buhranlı devirler büyük düşüncelerin doğduğu zamanlardır. Ve Âkif tam da böyle bir dönemde gelmiş bir dahidir ve İstiklâl Marşı böyle bir dönemin bir daha yazılamayacak düşünce ve san’at anıtıdır. Ruhlara ebediyen kazınması gereken bir vasiyetnamedir:
“Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakkın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”
Bir insanlık manzarasıdır, bir milleti var eden en temel kavramlar, bir insanın bilinç ve bilinçaltını biçimlendiren en temel olgular en temel yaklaşımlar şiir san’atının en görkemli abidesinde benzersiz biçimde dokunmuştur. Dikkatle eğilmek onu dinlerken, okurken dünyanın en önemli sanat eseri, bizim elimizden her şeyimizin yabancı ve yerli işbirlikçilerle alınmaya çalışıldığı bir dönemde âdeta bağımsızlık ve varolma irademizin harita üzerinde kalan tek anıtı olduğunu bilelim ve ona göre özen gösterelim. İçindeki derin anlamların boşaltılmasına karşı çıkmak hepimizin görevi.
“O zaman vecd ile bin secde eder- varsa- taşım;
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır, rûh-u mücerred gibi yerden na’şım!
O zaman yükselerek, arşa değer, belki başım!” diyebilmek için buna mecburuz.
Âkif’in;
“Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey eseri;
Bir eşek göçtü mü ondan da nihayet semeri” sözlerinde anlam kazanan eser bırakma çağrısına uymak zorundayız.
Bugün buradan, Âkif’in mirasına, eserlerine sahip çıkarak gelecek nesillere eser bırakmaya çağırıyorum. Bu vesileyle Mehmet Âkif Ersoy’u rahmetle anıyorum.
|
Senede bir gün
Koca senenin ağırlığını bir akşama yüklemek. Hafiflemek adına hayatın müstehcenliğine girişmek. Edep ve hayadan uzaklaşarak. Bir gece hem de diğer gecelerden farklılığını cümle âleme ilân ederek. Gürültü ve sosyal hayatın dengesini bozarak. Kimin haddi var ki, misafir olduğu yerde diğer misafiri rahatsız etmeye. Nasılsa “senede bir gün” deyip boş vermişliğe bırakarak… Bir daha mı geleceksin dünyaya eğlen eğlendiğin kadar. Fırsatın mahkûmu olmuşçasına bu fırsatı değerlendir. Bir daha ki sabah yine aynı günlerin bohçaya sarılmış gibi açılacak. Yeknesaklığı oynayacak. Senede birgüne olsa da bu yeknesaklığa on ikiden vur. İsabet aldığın yer heveslerinin oyuncağı olduğunu bilmeden. Seni evirip çevirecek, halden hale koyacak bir gecenin sarhoşluğuna büründüğünü. Netice-i hâsıl; beyni sarhoş etmek yetmeyecek, ruhu ve kalbi de sarhoş etmek, bahanelerin üzerine.
Pazartesi gecesi yılbaşı. Bizim olmayan ama bize mal edilen bir gece. Ne yazık ki, yine bu gecenin afakında neler bırakacak dünyaya.
Havaî fişek sesleriyle başını bilgisayardan çevirip pencereye baktı. Karanlıkta, sesiyle beraber kendini belli eden ışık kümeleri. Başka zaman olsa pencereyi açıp bu şahane görüntüye seyredebilirdi. Ama bu gecenin hatırına yapılan bu eğlencenin temsilcisi olma hasebiyle birkaç dakika bile bakmadan başına yeniden bilgisayara çevirdi. Aslında bu gece değişik bir yazı yazmayı istiyordu. Sessizlikten medet bulmayı isterken, dışarıdaki çığlık ve havadaki yanıp yanıp sönen bu ışık demetlerin sayesinde pekte sessiz bir gece olmadı. Sessizliği sesiyle boğdu. Bu gürültü de yılbaşıyla ilgili kelimeler döküldü gayr-i ihtiyarı kaleminden. Yılbaşının müdavimlerine geceye has olarak anlam ve öneminden bahsetmeliydi. Kalem bazen sahibinden iradesi dışında hareket edebiliyor. Yoksa aklında bu geceyle ilgili ne düşünmek istiyordu ne de ondan birkaç kelâmda olsa yazmak. Demek kısmet bu geceyi anlatmakmış.
Yine yeni bir yıl geldi. Daha bu senenin bitmesine hazırlanmamışken emri vaki yapar gibi geldi. Bir seneyi tamamlamanın memnuniyetini sunarcasına. Tabiî ki memnun olanlara eğlenceye bir sebep bulmak için. Yoksa hangi bahane böyle gürültü patırdı yapma sebebi olacak. Cihan şümul olmalı ki, her kes iştirak etsin. Dünya onu konuşsun, kanal kanal bu gereksiz eğlencelerden bahsetsin. Onca yaralı, fakirin, hastaların üzerine. Güneşi görüp de güneş diyemeyenlere. Gündüze dolu gözlerle bakıp geceyi istemeyenlere. Kim onları düşünsün. Derdi olmayanın lüksüdür eğlenmek. Tası tarağı alıp eğlence yerlerine koşmaktır. Bir geceye has olsa da zihni yarın ki işlerden temizlemektir. Vicdanı bedenden uzaklaştırmanın oyuncağıdır. Şubelere ayrılmış nöbetçisidir; bu gecenin ışıltılı dünyası. Bir dahaki, seneye kalıp kalmayacağın belli olmayan bir göz boyayan gafleti. Ne sen ne de seninle aynı güzergahta gidenlerin aldırmadığı bir hakikat. Sanki demirle bağlanmışsın gibi dünyaya bağlılık yeminleri etmek. Gitmek yok; kalmak var. Heyhat!.. görmeyen bir göze sahip olmak bunca cenazelere rağmen. Duymayan kulağın esiri olmak, ölüm haberlerine kapatırcasına. Örtmek, üzerini geçici…
Telefonuna mesaj geldi. Açıp baktığında bir kutlama mesajı olduğunu gördü. Devamını okumak bile istemedi; çünkü yılbaşı mesajıydı. Hem de yakın bir arkadaşında gelmişti. Nasıl olurdu? Bu gece bizim bayramımız değildi. Başkasına ait bir kutlamanın hükmü bizde tesirsiz olmalıydı. Eseflendi ve yazık dedi. Hemen mesaja mukabil olarak muzdarip olduğu konudan bu arkadaşının kapılmış olmasına üzüldüğünü yazdı. Bir yandan yarım kalan cümlesine birkaç nokta koydu. Aklından bu mesaj sesiyle ne yazacağı gitmişti. Mesajını gönderdikten sonra telefonunu kapattı. Keşke şu dışarıdaki gürültüyü de kapatacak bir cihaz olsaydı dedi. En azından kulak bu nahoşluktan nasip almazdı.
Yazıya kaldığı yerden devam etmek yerine, bu mesajın akabinde aklında geçen düşünceleri sıralamak istedi. Çünkü gerçekten kendisiyle aynı safta olduğuna inandığı bu arkadaşına çok üzüldü. Demek ki biz de bu yanıltıcı tuzaklara düşebiliyorduk. Daha kimler vardı bu gecenin ucundan kıyısından da olsa ona dokunmak. Namahrem olan bir bakışın yakıcı cazibeliğinden bir nefes çekmek. Nefsin hükmettiği yanıltmalarına bir ışık yakmak.
Daha fazla yazamadı. Yazdığı her kelime içine oymak oymak damıtılıyordu. Şimdi zor olsa da gecenin gürültüsüne rağmen sabah erkenden güne merhaba demek için, uykunun insanı günah işlemekten mahrum eden havasına koşmalıydı. Belki bu yılbaşı gecesi bir nebze de olsa uykuya karışıp gideceğinden, uzaklaşabilirdi ondan.
|