Babamla hasbihal
Sevgili babacığım,
Seni, çok sevdiğin memleketimin, çok sevdiğin mezarlığına; annemin yanına defnettik, dönüyoruz. Beş gün önce, seni götürürken Mezitlerde sararan ağaçların manzaraları harikaydı. Şimdi bütün yaprakları dökülmüş, ağaçlar kupkuru… Yapraklar da senin gibi toprağa düşmüş. Sen de yapraklar gibi toprağa düştün. Zaten çoktan beri sararmış bir güz yaprağı gibiydin. Bir an evvel toprağa kavuşmak arzusuyla kalbi pır pır eden bir yaprak.
Ölümü ne çok istiyordun. Allah seni istediğine kavuşturdu. Hani ilk Kocatepe Mevlidinde 20. Mektub’dan okumuştun: “Ey insan, bilir misin nereye gidiyorsun?” Sen nereye gittiğini bilmenin rahatlığıyla ölümü bu kadar çok istedin.
Ölümün de, hayatın gibi güzel oldu. İnegöl’deki kardeşler nöbetleşe başında beklediler. Aralıksız Kur’ân ve Cevşen okundu. Son ânında da yanında onlardan biri vardı: Beytullah Ağabey. “Bu mübareğin yanında cevşen okumak çok feyizli oluyor, evde böyle olmuyor” demişti. Aynı şeyi ben de hissettim. Son akşam başucunda altı tesbihleri çekerken, onların hakikâtlerini adetâ ayne’l-yakîn hissettim. Bu iki haftalık ağız hastalığında sen neler çektin, neler hissettin, bilemiyorum. Neler kazandığını da yine Allah bilir. Bizler acizliğimizi bütün şiddetiyle hissettik. Iztırar lisanıyla duâ ne demekmiş anladık. “Ya Rabbi, ihtiyar babama merhamet et” duâsı hep dilimdeydi. İhtiyar halinde sıkıntı çekmene dayanamıyordum.
Başucunda Yasin okurken, gözümde yakın gözlüğüm, seni uzun uzun seyrettim. Bir daha göremeyeceğim bu yüzü ezberlemek istedim. Ezberledim. Babam, sakalının her telini ezberledim. Rengi griye dönmüş, kurumuş dudaklarını ıslatmak için verdiğim zemzem, sakallarından aşağıya akıyordu. Dilindeki yaralara bir şey yapamamak beni kahrediyordu. Doktor olmak da kâr etmedi.
O gece beni eve gönderdiler. Geldiğim zaman sıkıntıların bitmişti, gülümsüyordun. Sabah erkenden Bursalı dostlarımız seni uğurlamak için geldiler. Yeşilhisar’a cenaze namazını kılmaya uzaktan, yakından dostların geldi. Bu kadar salih insanın, hakkında hüsn-ü şehadet etmesi ne büyük mazhariyet. Okunan hatimlerin sayısını bilmiyorum. Allah hepsinden razı olsun. Böyle bir şirket-i maneviyeye dahil olmak ne büyük bahtiyarlık.
Senin için güzel şeyler söylediler, yazdılar. Sen onların Hilmi ağabeyiydin. Benim de babamdın. Haliyle insanın her hali kendinde olan babam. Ama senin önde gelen vasıfların; sevgi dolu oluşun ve tevâzundu. Sevgini çok rahat gösterir ve ifade ederdin. Tasannu, tekellüf bilmez, olduğu gibi görünen, dosdoğru bir adamdın. Kalbin safiyâne, temiz olduğu için fikrin de rahattı. Dünyada rahat yaşadın. Dünyanın meselelerini dert edinmedin. Adetâ kenarından geçtin, gittin. Hayatta tek dert edindiğin mesele hizmetle ilgili meselelerdi.
Şair ruhlu, ince zevk sahibi bir insandın. Ayın doğuşunu, güneşin batışını seyretmeyi, musikî dinlemeyi çok severdin, hele de torunlarını ne çok severdin.
Hayatım boyunca senin sevgini, desteğini hep yanımda hissettim. Yanımda olmadığın zamanlarda mektuplarınla beni desteklerdin. Yatılı okulda okurken bana ne güzel mektuplar yazardın. Hele o hitaplarını hiç unutmadım: “Nur’u Didem, Nur’u Aynım”. Bugün o mektuplarını tekrar okudum, biri beni çok ağlattı. Yine şairliğin tutmuş, mektubu şair gibi yazmışsın:
“Canım kızım,
Seher ve şeref yıldızım
Huyun gibidir huyum
Baban olduğum için mutluyum.”
Ben de senin kızın olduğum için çok mutluyum babacığım. Evet huylarımız da çok benzerdi. Damadın bu işe çok hayret eder: “Bir kız evlâdının babasına bu kadar çok benzediğini hiç görmemiştim” derdi. Sadece huylarımız değil zevklerimiz de çok benzerdi.
Erciyes’i ne çok severdin. Sendeki dağlara olan hayranlık ondan geliyordu. Kabrin de, Erciyes’in karşısındaki bir yamaçta. Hani memleket sevgisiyle bir şiir yazmıştın, onun bir dörtlüğü hatırımda:
“Toprak kırmızısı, ekin yeşili
Yurdumun baharı, ruhumun dili
Ey yıllardır doymadığım sevgili
Al beni bağrına, sar kucak kucak.”
Memleketimin toprağının bağrına seni bıraktık. Şimdi seni kucak kucak sarıyor. Ah babacığım, seni orada bırakıp dönmek, senden ayrılmak ne kadar zor geliyor. Hastalığının başlangıcından şu ana kadar, beni bir tek cümle teskin etti:
“İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn.”
Şimdi bize düşen, bu geçici ayrılığa sabretmek ve sana lâyık evlâtlar olmaya çalışmak. Rabbimden dileğim odur ki, bize ebedî ayrılık, ahiret ayrılığı vermesin. Bizleri Cennette cem eylesin. Âmin.
|