|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Rüzgârı onun (Süleyman'ın) emrine verdik ki, istediği tarafa doğru onun emriyle tatlı tatlı eserdi.
Sâd Sûresi: 36
|
05.01.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah'ın tükenmez hazinelerinden isteyerek, insanlara karşı tok gözlü davranınız.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 569
|
05.01.2008
|
|
Anarşîliğin yegâne çaresi, hakikat-i İslâmiyettir
Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdit eden, anarşiliğin, ifsat ve tahribin, yegâne çaresi ancak ve ancak İlâhî, semâvî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatleridir, hakikat-i İslâmiyettir. Risâle-i Nur, hakikat-i İslâmiye ve Kur'âniyeyi müspet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.
Barla Lâhikası, s. 9
***
Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat'î bilsinler ki, bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risâle-i Nur'un esâsâtıdır.
Kastamonu Lâhikası, s. 99
***
Hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyâsiyesine ve uhreviyesine pekçok faydası bulunan bu Kur'ân lemeâtlarına ve Kur'ân dellâlı olan Risâle-i Nur'a, değil ilişmek, belki tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffâret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşîliğe karşı bir set olabilsin.
Sözler, s. 141
***
Risâle-i Nur, mânevî tahribata ve anarşilik ve bolşevizm, tabiiyyun ve maddiyyunluğa ve şükûk ve şübehata ve küfr-ü mutlaka karşı bin sedd-i Kur'ânî hizmetini bihakkın ifa etmesiyle, bu vatanı bu tehlikeli dünya fırtınası içinde muhafazaya bir vesile olduğu ve bir sadaka-i makbule hükmüne geçip ikinci Harb-i Umumînin belâsına ve başka memleketlerde vuku bulan belâların bu memlekete girmesine mümânaatla mânevî bir siper teşkil ettiği bedahetle âşikâr olmuştur.
Emirdağ Lâhikası, s. 399
***
Risâle-i Nur, beşeri anarşistlikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâmın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arabı birleştirmeye, bu Kur'ân'ın kanun-u esasîlerini neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.
Emirdağ Lâhikası, s. 458
Lügatçe:
sadme: Darbe, yıkıcı müdahaleler.
hakikat-i İslâmiye ve Kur'âniye: Kur'ân ve İslâm hakikati.
müdellel: Delilli, ispatlı.
nazar-ı tahkik: Araştırıcı, tahkik edici bakış.
tereddî ve tedennî-i mutlaka: Mutlak bir alçalma ve gerileme.
hayat-ı dünyeviye ve siyâsiye ve uhreviye: Ahiret, siyaset ve dünya hayatı.
lemeât: Lemalar, parıltılar.
dellâl: İlân edici.
terviç: Revaç verme, değerini arttırma.
iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma.
bolşevizm: Hürriyet adına bütün insanî değerleri tahribe yönelerek, hiçbir kanun, ölçü, değer tanımaksızın sosyalist hedeflere varmayı benimseyen görüş.
tabiiyyun: Tabiatçılar. Natüralistler.
maddiyyunluk: Her şeyi madde ile değerlendiren, sadece maddeye istinad eden, ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin mesleği, materyalistlik.
şükûk: Şekler, şüpheler.
şübehat: Şüpheler.
küfr-ü mutlak: Hiç bir imanî hükmü, delili, hakikatı kabul etmeme, kesin ve tam bir inkâr.
kanun-u esasî: Ana prensipler, ana esaslar, ana kanun.
|
05.01.2008
|
|
Uçup giden anlar!...
Geçmiş ve gelecek ortasında, kısa bir an parçası içinde sıkışmış olan insan, elinde değerlendirebileceği o hazır sermayesini zayi etmeden nasıl dolu dolu yaşayabilir?
Düşünecek zaman yok. Anlar uçup gidiyor. Geçmişten gelen elemlere, gelecekten hücum eden endişelere takılıp kalırsak, elimizdeki kısacık hazır zamanı da kaçırıyoruz.
Zaman o kadar değerli ve o kadar da çabuk akıp gidiyor. Ömrümüzün her ânı, ebedde bizi güzelliklerle karşılasın istiyorsak, onu sağa sola bakmadan ânında değerlendirmeliyiz. Uyanık olmalıyız.
Biz bu dünyaya, kısa bir zaman parçası içinde, öylesine akıp gitmek için gelmedik. Yolculuğumuzun bilincinde olarak yaşadığımız anların herhangi birinde "Son!" denileceğini bilerek, romanımızın sonunun en güzel şekilde kapanmasına çalışmalıyız.
Son bilinmiyorsa, her ânımız o sonu noktalayabilecek bir bitiş olma ihtimalini taşıyorsa, her bir ânımız bizim için elbette çok değerlidir. Öyle bir donanımımız olmalı ki, o ânı acele doldurabilecek bir şeylerimiz olmalı. Allah için, Allah'ın rızası doğrultusunda.
Hayatın her bir nefesi Ondan bir hediye. Bir lütuf. Para ile bir nefes dahi alınamıyor, biliyorsunuz. Hayatımızın yegâne gayesi, maddî birikimlerimizi arttırmak olursa, bir gün para ile alınamayacak bir çok değeri, o gafletle kaçırdığımız anlarla birlikte kaçırdığımızı görüveririz. Hayatı ve onun bize getirdiği fırsatları kaçırmadan, ânında yakalamak gerekiyor.
Fırsatları nasıl değerlendireceğiz peki? Öncelik, Allah'ın rızası olacak. Ardından iman gözlükleriyle bakıp, dünyamızı nurlar, saadet ve sevinçlerle şenlendireceğiz, Allah'ın izniyle. İman hayatımızın güneşi. Allah'ın razılığı pusulası olursa, varlığımızdaki diriliş ve güzellikler, ebed ve yolculuğumuzda bizi inanılmaz şevk ve gayrete getirecektir.
Peki, iman nazarıyla bakmak nasıl olacak?
Bir ressam, Allah için, iman nazarıyla, hayran olduğu bir manzarayı resmetse, şu âlemi yaratanın muhabbeti kalbinde ardı ardına dirilişleri getirdiği anda, fırçası daha bir şevkle, daha güzel renklerle, inanılmaz anlamları yakalayabilecektir.
Bir fotoğrafçı, iman nazarıyla bakıp, Yaratıcının eşsiz kitabından inanılmaz bir güzelliği yakaladığını düşündüğü bir anda çekerse fotoğrafını, gözü de gönlü de, kalbi ve aklı da tatmin olur. Mesleğine daha bir şevkle sarıldığı gibi ebede dair bir çok güzelliği de daha dünyada iken yaşama şansına erişmiş olur.
Bir ilim adamı, bir mikrobu, bir bakteriyi araştırırken, Rabbinin san'atının muhteşemliğini düşündüğü anda, bu küçücük şeylerin ne kadar büyük faaliyetleri olduğunu keşfettiğinde, kalbinde açılan İlâhî muhabbet gülü, keşfettiklerini hayır yolunda kullanması için, ona teşvik edici olacaktır.
Bir öğrenci, dersini çalışırken, kitaplarından açılan ilim pencerelerinden insanlığın hayrına olacak bir yolda yürüdüğünü hayal ederek bakarsa, Rabbinin san'atını ve güzel isimlerinin tecellîlerini tefekkür ederek okursa önündeki satırları, gayesiz sürüklenişlerden ve ne yapacağını bilememenin kargaşasından da kurtulur.
Misâller çoğaltılabilir. En güzele, en doğruya gitmek için neden Allah rızası gerekli?
Bizler bu dünyayı memleketlere böldük. Hepimiz ayrı bir parçasında oturuyoruz, ama dünya bizim malımız değil. Onun sahibi var. O, ebedin de sahibi. Madem hangi parçasında yaşarsak yaşayalım, dünyayı bir gün terk edeceğiz. Madem ebede yolcuyuz. Öncelikle Ona sormamız, Ona danışmamız gerekiyor. Davranışlarımızda nasıl başı boş bırakılmış olabiliriz ki?
Ebedî ve ebedin sahibini nasıl görmezden gelebiliriz ki?
Dünya ve ebedî saadetimiz Ona bağlıyken, Ondan nasıl kopabiliriz ki? Bu yüzden, her bir ânımızı gayet dikkatle harcamak, ebede yakışır anlara imza atmak gerekiyor. Rabbim yardım etsin bizlere. Âmin.
(Bizim Aile, Aralık-2007 sayısından...)
|
Mümine Güneş
05.01.2008
|
|
Nasıl bir niyet?
Niyet kavramı, lügat mânâsı olarak "kalbin bir şeye yönelmesi" anlamını taşıyor. Biz bu mânâyı yüzeysellikten biraz daha kurtarıp, "Ameller niyetlere göredir", "Mü'minin niyeti, amelinden hayırlıdır" ifadeleriyle somutlaştırırız. Aklımızda çoğu zaman, kalıplaşmış kelimeleri, derinleştiremediğimiz mânâlar olarak bırakırız. "Derinleştiremediğimiz" diyorum, çünkü "niyet" kelimesinin mânâlarının altlarını tırnaklarımızla kazımamız gerektiği inancındayım.
Son zamanlarda "Nasıl bir niyete sahip olmalıyız?" sorusunun cevabını arıyorum. Böyle bir sorunun aklımda yer etmesinin en büyük sebebi ise birçok insanın bu mânâ yüklü kelimenin arkasına sığınması. Özellikle üniversite ortamında kurduğum diyaloglarda bazı kişilerin;
- Farzları yerine getirememenin rahatsızlığıyla: "Önemli olan niyetimin temiz olması. Allah, benim niyetimin temiz olduğunu biliyor.";
- Giyinişindeki değişimleri "ak"lama düşüncesiyle: "Özenti duymayalım. Birilerine (ehl-i dünyayı kastederek) özenerek giyimimizi, tarzımızı değiştirmeyelim. Ben kendime yakışıyor diye düşünüyorum. Bundan dolayı böyle giyiniyorum. Yoksa yanlış anlama; onlara özenmiyorum." şeklindeki konuşmaları sık şahit olduğum türlerden.
Birinci diyalog "Kalbim sâfîdir" anlayışına sığınanların cümleleri... Aslında cevap olarak: "Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vukû buluyor. Ona 'Namazın bozuldu' denildiği vakit, o diyor: 'Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfîdir'"1 cümleleri kâfî. Yalnız bir ağabeyden aldığım örneği de sunmayı ihmal etmedim: "Meselâ önümüze güzel bir sofra getirilmiş. Bu sofraya değmeden sadece niyetinin temizliğiyle karnını doyurabilir misin?" soruma "Hayır" cevabını verdi. Buna karşılık benim "Sadece niyetimizin temiz olmasıyla ruhumuzun gıdası olan namazı kılmadan ruhumuzu nasıl doyuracağız?" soruma cevap ise sessizlik olarak gelmişti.
İkinci diyaloğumda ise, arkadaşlarımın niyetlerini mantıklı karşılamıştım. İlk başlarda aklıma sürekli ehl-i dünya geldiğinden olacak ki, "Özenti duymamalıyız" sözlerine itiraz etmedim. Sonraları soru sorma hakkının bana geldiği bir vakitte, arkadaşlarıma "Özenti olmadan kimse hayat tarzını kuramaz. Kendimize soracağımız soru şu: Kime özenti duymalıyız?" sorusunu yönelttim. Onlar susmayı tercih ettiler. Sorunun cevabı basitti. Tabiî ki Peygamber Efendimize (asm) ve onun hâl ve etvârına.
Bunlar insanlarda değişik şekilde cereyan eden niyet anlayışının tezahürleri. Niyetin kişiyi nereden nereye götürdüğünün küçük birer nümûneleri sadece.
Niyet elmas-kömür veya elmas-sönük şişe ikileminden birisini tercih ettiriyor ve amellerimizi birisine dönüştürüyor. Bediüzzaman, niyeti ifade ederken "Niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri, ibadete çeviren pek acip bir iksir ve bir mayedir"2 der. "Niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır"3 diyerek de tarif eder. Niyetlerimizin, ihlâslı olduğu takdirde bir anlam taşıdığını ifade eder.
Bu öyle bir iksir ki, bir kişinin evden "Rabbim, bugün sırf senin rızanı kazanabilmek için günahlara girmeyeceğim" niyetiyle dışarı çıkması, dışarıda olan günahlardan takvayla ve niyet-i içtinabla çekinmiş olur. Böylece yüzer amel-i salih işlenmiş kabul edilerek hareketlerini ibadete çevirir. Hâkezâ, televizyonu açarken de bu tür bir niyetin edilmesi, diğer kanallarda gerçekleşen bin bir günaha girilmediğinden dolayı aynı sonucu verir.
Aslında küçük bir sözün, büyük bir neticeyi vermesinin örneklerini, kıldığımız namazlarımızda da yaşıyoruz. ".âciz bir abd, namazında 'Ettahiyyâtü lillâh' der. Yani, 'Mahlûkatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.' İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir."4
Rabbim; âdetlerimizi ve hareketlerimizi, niyetlerimizle elmasa dönüştürüp, niyetlerimize ihlâsı kazandırsın.
Not: Böyle küllî bir konuyu cüz'î bir ifade ile sunmaya çalışmakta bir hayli zorlandım. Lâkin birşeyin "tayin ve tâbirine olan acz, vücuduna halel getirmez" sırrından kuvvet alarak paylaşmaya çalıştım.
Dipnotlar: 1- Yirmi Dokuzuncu Mektub, s. 545; 2- Mesnevî-i Nûriye, Katre, s. 1305; 3- Mesnevî-i Nûriye, Katre, s. 1305; 4- Yirmi Dördüncü Söz, s. 158
|
Furkan Demir
05.01.2008
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|